ŞEHBENDERZADE FİLİBELİ
AHMED HİLMİ
Üsküdar Belediyesi vefatının 100. Yılında, 20 Aralık
Cumartesi günü Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’yi anma toplantısı düzenledi.
Salon girişinde Şehbenderzade ile alakalı küçük bir fotoğraf sergisini de
gezerek konuşmacıları dinlemek üzere salona girdik. Tek oturumluk paneli idare
eden İhsan Ayal, konuşmacılar; Prof. Dr. İsmail Kara, Prof. Dr. Ekrem Demirli,
Doç. Dr. Ali Yıldız ve Melek Paşalı idi. Bizde bu vesileyle Üsküdar
Belediyesi’ne bu mühim Osmanlı münevverini vefatının 100. Yılında unutmadığı
için, vefakarlığını gösterdiği için teşekkür edelim.
Panelin ilk
konuşmacısı olan İsmail Kara, konuşmasına Jöntürklük ve İttihadçılara değinerek
başladı. Jöntürklüğün ve İttihadçılığın büyük bir havuz olduğunu ve bunun
içinde alimler, aydınlar, gazeteciler ve şeyhlerin var olduğunu ifade etti.
Kendisinin çıkartmış olduğu Türkiye’de İslamcılık düşüncesi adlı eserin birinci
cildi yayınlandığında herkesin kendisine merakla yönelttiği bir soru olduğunu
söyledi. İslamcılar nasıl istibdat karşıtı olur ve nasıl İttihad Terakki
mensubu olur? Bu soruya İsmail Kara, ‘İslamcılar, batıcılar ve İttihadçılar gibi Jöntürktür. İttihad terakki
mensubudur. Sultan Abdülhamid muhalifidir. Fakat bu halen anlaşılabilmiş bir
mevzu değildir’ diyerek cevap verdi ve bunu Şehbenderzade üzerinden
örneklendirerek onun çok tipik bir Jöntürk olduğunu İttihad Terakki mensubu ve
Abdülhamid karşıtıdır olduğunu ifade etti.
İsmail Hoca Ahmed
Hilmi’nin tasavvufi menbaının Fizan’da intisab ettiği Arusi tarikatından
geldiğini ve İstanbul’a döndükten sonra da Sünusilik ve Kuzey Afrika’daki tarikatlar hakkında ilk
sayılabilecek metinleri yazmış olduğunu ifade etti. Materyalist pozitivist ve
natüralist düşüncelere karşı geliştirdiği fikirleri ve telif ettiği reddiye
eserleri olduğunu söyledikten sonra en önemli eserlerinden olan İslam Tarihi
adlı eserine uzunca bir parantez açtı. Malum şuan Ötüken yayınlarından Ziya Nur
Bey’in hazırlayıp katkılarla genişletmiş olduğu İslam Tarihi kitabının aslında
pozitivist bir kitap olduğunu ve İslam tarihini kronolojik olarak anlatmaya
fırsat bulamadığını, bu iki cildin de bir giriş niteliğini taşımakta olduğunu
söyledi. ‘Bu eserde dönemiyle irtibatlı olarak bir İslam anlayışı ortaya
koymaya çalışıyor. Kitap İslam Tarihi ismini taşıyor ama onu ihtiva etmiyor.
Ahmed Hilmi’nin çok
yanlış bir İslam tarihi tasavvuru var. İslam tarihini önemsizleştiren bir tarih
anlayışına sahip. Kendi dönemi içerisinde İslam dininin nasıl anlaşılması
gerektiği konusu üzerinde yoğunlaşıyor.’ İsmail Hoca bu eseri ilk okuduğunda
şüpheye düşerek bunun Ahmed Hilmi Efendi’ye ait olamayacağını düşünmüş. Ve
araştırmalarıyla bu metinle alakalı iyi sayılabilecek bir giriş metni yazdığını
fakat Türkiye’de ilim ve fikir ortamı olmadığı için bu yazının hiç tedavüle
girmediğini yakınarak ifade etti. Bu kitap aslında, bir müsteşrik olan Dozy’nin
Abdullah Cevdet tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olan İslam Tarihi kitabına bir
tenkid ve reddiye olarak yazılmış. İslam ülkelerinde bu kitap çevrilmiş ve
büyük bir tepkiye yol açmış. Sadece Türkçe’de Dozy’nin tarihine reddiye olarak
yazılan beş müstakil kitap var olduğunu, makalelerin ise haddi hesabı
tutulamayacağını söylüyor İsmail Kara. Bu kitap hakkında ilginç bir
değerlendirmeside, ‘Şehbenderzade’den
beklediğimiz Dozy’nin bütün kalelerini fethetmek, yazdıklarına cevap vermek
iken o Dozy’nin usulünü, yaklaşımını benimsiyerek hareket etmiş’ diyerek
ilahiyat fakültelerinden bir örnek verdi; Tıpkı ilahiyat fakültelerinin yaptığı
gibi. Güya İlahiyat Fakülteleri oryantalizmi reddedecekler oryantalist
düşüncenin bütün metodolojisini ve mantığını kabul ederek bunu yapmaya
çalışıyor. Şehbenderzade aslında döneminin birçok aydını ve alimi gibi tenkid
ve red üzerinden Dozy’i bizim içimize çekiyor. Neyin tenkid neyin reddiye ve
neyin kabul olduğunu neyin İslam’ın içine çekildiğini dikkatle takip etmek
lazım. Kitabın tarifler ve tasnifler açısından çok büyük problemleri var.
Mesela kitapta bir din tarifi var. Merhumun önümüze koyduğu din tarifinin
ilahiyatla alakası yok, aslında yaptığı tarif dinin yerine geçmeyi sağlayan
sosyolojinin yaptığı tariftir. “Din iki haddin ceminden hasıl olan fikirdir. Bu
iki haddin biri heyet-i içtimai (toplum) veya ferd-i beşer (insan) diğeri
insanlıktan gayr-münfek bir surette (ayrılmaz bir surette) ve adeta bizzarure
mülhem olan bir hakikat-ı fevka’d- tabiadır. Bu tarif-i muğlakı (kendi yaptığı
tarifi muğlak görüyor. Çünkü muğlak görmesinin sebebi ifade yetersizliği değil,
okuyucuların din dediği zaman karşılarında görecekleri tarif bu değil.) sade bir
lisanla tercüme edersek şu hasıl olur ki; din bir insanın kendi fevkinde ve
kendinin muhtaç ve muktedir olduğu bir kudreti fehm ve itiraf etmesidir.” Böyle
bir din tarifi çıkmazda bir tariftir. Şehbenderzade sahası hala boştur, ve
çalışılması gerekilen bir sahadır.
Doç. Dr. Ali Yıldız, Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin
daha çok fikir adamı olarak görülmesinin onun edebi tarafını arka plana atmak
demek olduğundan bahisle onun edebi eserlerini tanıttı bizlere. Filibeli’nin
ilk edebi çalışmaları kendisinin çıkartmaya başladığı İttihad-ı İslam
mecmuasında 1908 yılında tefrika edilmeye başlar. İlk romanının ismi Melekzade
tamamlanamaz ve yarım kalır. Ali hoca bu eserin tamamlanmış olması halinde
Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey ve Rakım Efendi isimli meşhur romanının
daha temellendirilmiş ve derinleştirilmiş hali olacaktı diyor. İkinci romanı 1910
yılında kitap olarak yayınlanan Öksüz Turgut, 20 bölümden müteşekkildir. Ali
Yıldız bu romandan uzun muhtevalı bahsettikten sonra Şehbenderzade’nin meşhur eseri
Amak-ı Hayal’i tefrika etmeye başladığını söyledi. ‘Ahmed Hilmi Melekzade
Ailesi ve Öksüz Turgut adlı roman denemelerindeki eksikliklerinden Amak-ı Hayal
romanında büyük ölçüde kurtulmuş görünmektedir. Amak-ı Hayal’de iki ayrı
çerçeve var. Birisi yaşadığımız dünya ile realite ile ilgili diğeri ise
tasavvufla ilgili. Bir aydının hakikat arayışı şeklinde ifade edebileceğimiz
olay örgüsü vardır.’
Ali Yıldız Hoca’dan
Şehbenderzade’nin dördüncü romanı, İzzeddin Behmen’in, Amak-ı Hayal kadar
cezbedici bir nitelik taşıdığını öğreniyoruz. Bu kitabın ilk ikisi tamamlanmış
ama üçüncüsü yarım kalmıştır. Konusu da bir hayli ilginç. Bu romanın ilk kitabında
Ömer Hayyam, Nizamulmülk ve Hasan Sabbah’ın bir arada, üç önemli şahısla yüz
yüze gelmelerini işliyor. Bu üç önemli şahısta Meşhedi isminde Mutezili bir
alim, Abdüssamed Sarkit isimli bir sufi ve İzzeddin Behmen isimli büyücü biri
olarak anlatılıyor. Ahmet Hilmi’nin
romanlarının haricinde yirmi kadar hikayesi varmış ki bunların bir kısmı Ervah-
Hayat ismiyle bir kısmıda Kısa Hikayeler başlığıyla yayınlanmıştır. Bunlarda
ilgi çekici ders verici hikayeler olduğunu ve oldukça başarılı hikayeler
olduğunu söyleyebiliriz. Ahmed Hilmi Efendi’nin ikisi kitap olarak yayınlanan
beş tiyatro oyunu vardır. Yayınlanan tiyatro eserlerinin isimleri İstibadadın
Vahşetleri ve Vay Kız Bekçiyi Seviyor. Şiirle de meşgul olmuştur. Tasavvufi ve
cemiyet hayatıyla ilgili çeşitli şiirler kaleme almıştır. Fakat edebi
kimliğinin en zayıf halkasını şiirler oluşturur. Bunlar çeşitli fikirlerin
yazılmasından ibarettir.
Melek Paşalı Amak-ı Hayal’in Türk tahkiye
geleneğindeki yerinden bahsetti. İlk roman denemelerimizin içerik olarak birçok
boşluk ve eksikliklerle dolu olduğunu ifade etti. Çünkü bu romanlarda karşımıza
kahraman ve tip olarak çıkartılan şahısların toplumda karşılığı yoktur ilginç
bir şekilde bunlar yazarın hayalindeki insanlardır. Amak-ı hayal bu tür
romanların bize yabancı romanların arasında insan tanımında geçmişe sadık bir
şekilde durmaktadır. Fransız edebiyatının etkisinde yönünü kaybeden tahkiyeye
yeniden hedef çizme bu tahkiyeyi geleneğe ekleme ve bunu eklerken de modern
imkanlardan dilin yeni imkanlarından yararlanma suretiyle gerçekleştirme
başarısı vardır.
Prof. Dr. Ekrem demirli kendi bakış açısından Amak-ı Hayal’in
ve Filibeli’nin çok da büyütülecek bişey olmadığını ifade etti. Hayat ve ölüm
paradoksunun Amak-ı Hayal’de işlenilmesi çok hoştur. Kitap çatışmalar üzerinden
gidiyor. Meczupluk akıllılık çatışması, hayat ve ölüm çatışması ve kendi
okuduğu ilim kitaplar karşısında Aynalı Baba tiplemesi. Raci burada yolunu
arayan bir adam. Ekrem Hoca Amak-ı Hayal’i bizi kim kurtaracak sorusunun
cevabını arama mücadelesi olarak tevil ediyor. Ve Ekrem Hoca’nın Amak-ı Hayal
kitabına bakışı ise Lale devrinden sonraki zihniyeti yansıtan, anlatan bir
kitaptır şeklinde oldu.
Ara ara İsmail Kara, Ekrem Demirli ve oturum başkanı İhsan
Ayal’ın esprileriyle daha da eğlenceli hale gelen program sona erdiğinde bu
vesilesiyle aslında Filibeli Ahmed Hilmi’nin üzerine ne kadar çok az
çalışıldığını öğrendim. Hikaye kitaplarının, tiyatrolarının, şiirlerinin dahi
yeni harflerle baskısı yok. Gerçekten Türk Edebiyatı Tarihi ve Türk Tefekkür
Tarihi’ne adını yazdıracak böyle şahsiyetlerin eserleriyle meşgul olmak onları
tekrar ortaya çıkartmak başta gelen hizmetlerdendir herhalde. Filibeli’nin
Amak-ı Hayal tasavvufi romanını okuyup bir hakikat arayışına tanık olmanız bu
yazıyı okuduktan sonra şart olmuştur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder