5 Mart 2015 Perşembe

mardin

  MEZOPOTAMYA'NIN SEYİR TERASI: MARDİN

             İstanbul İlim Yayma Cemiyeti riyasetinde düzenlenen 6. Geleneksel İstanbul Bilgi ve Kültür Yarışması'nın ilk üçe giren öğrenciler ve öğretmenlerine hediyelerinden biri de Mardin kültür gezisi idi. Ekibimizde yarışmanın birincisi olan Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi, 2. olan İstanbul İmam Hatip Lisesi, ve de 3. olan  Esenler İmam Hatip Lisesi öğrencileri ve öğretmenleri vardı.
Bulutsuz tatlı bir günde Mezopotamya medeniyetler beşiği olan bu toprakları havadan izlemenin lezzeti ile Batman hava alanına indik.  Turumuz Batman'da bir kahvaltı ile başladı. Batman Türkiye’de petrol çıkarılan tek yer. Dağlarda bayırlarda petrol sondaj makinalarını görüyoruz.

            Ve Hasankeyf... Yok olmak için zamanını bekleyen bir mekan.

HASANKEYF
Hasankeyf adı ile ilgili bazı efsaneler vardır. Fakat asıl adı "HISN KEYFA" yani güzel taş anlamına geliyor...
Bu tarih ve tabiat güzelliğinin buluştuğu yeri 4,5 sene öncesine kadar ziyaret etmek tehlikeyi göze almak demekti. Şimdi yöre halkı hallerinden çok memnunlar. En azından güvenlik açısından. Yoksa malumunuz önümüzdeki senelerde Hasankeyf bütün tarihi eserleriyle beraber Dicle nehrinin suları altında kalacak…
 Hasankeyf kalesi yekpare bir taştan oluşuyor. Bu kalenin özelliği ise dışardan görenler bu kaleyi büyük bir taş kütlesi zannediyorlar. Ki bizde öyle zannetmiştik. Kalenin kuzeydoğu ucunda dev bir kule gibi yükselen Küçük Saray yer almaktadır. Ayrıca kalede Ulu Cami ve Büyük Saray gibi yapılar bulunuyor.
Kaya kütlesinin içerisine dışardan belli olmayacak şekilde merdiven sistemi de yapılmış. Hasankeyf kalesinin tam karşısında Zeynel Bey türbesi bulunuyor. Türbe, bu çevrede Akkoyunlulara ait tek eser. Zeynel Bey'de Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın oğlu. Duvarın üzerine mavi yeşil renklerinde çinilerin yerleştirilmiş olması harika bir görünüm katmış. Ama maalesef içerisi çok kötü bir durumda. Hem ne önemi var değil mi? Koca bir tarih şehri sular altında kalacak...
      Süleymaniye Camii'ne doğru grup eşliğinde yürüyoruz. Ve herkes hayran kaldı bu camii minaresindeki ince süslemelere. Taşın insan elinde bu kadar ince ve güzel süslemelerle bezenebilmesi büyük bir ustalık eseri ve sanat harikası.
Errızk  camiinden ise sadece minare sağlam kalmış. Kısmen yıkılmış giriş kapısında yer alan kitabenin altında bitkisel süsler arasında Allah’ın doksan dokuz ismi yazılmış. Camiin önemli özelliklerinden biri de cami minaresinin çift yollu olmasıdır.
             
  


 TAŞLARA İŞLENEN GÜZELLİK

        Mardin kayalık, tepe üstüne yapılmış taş yapılı konaklardan ibaret bir görüntü veriyor ilk bakışta. Halbuki o taş yapıların arasında dolaşmak, sokaklarda Mardin halkıyla sohbet etmek, gerçekten insanın farklı bir bakış açısı kazanması için güzel bir vesile olabiliyor.. Mesela Mardin'de müslüman, yezidi, süryani, musevi gibi farklı farklı dinlere mensup insanlarla karşılaşmak çok sıradan bir durum. Evleri yan yana. Ailelerin çocukları sokakta beraber oyun oynuyorlar. Yüzyıllardır beraber yaşamış bir halk kitlesi var Mardin'de.
En iyisi birde bu gezi ile talebesi olmaya çalıştığımız Evliya Çelebi'mize bir kulak verelim, bakalım Mardin için ne demiş: "Çöl içinde göğe yükselmiş, bulut renginde bir kayaya kurulmuş burç ve kuleleri Samanyolu gibi bulutlara erişen bir yer..." 
            Mardin havzasını uçaktan seyrettiğimizde Fırat ve Dicle'nin akarsu kollarıyla örümcek ağı misali sarılmış her taraftan beslenilmeye çalışılan bir coğrafya görüyoruz.
 Bu coğrafyanın tarihteki ismi 'Mezopotamya'.
Mezopotamya ismini ilk duyduğum andan itibaren bir esrarengizlik bir bilinmezlik ve ilim, kültür dünyası zihnimde, tahayyülümde yer etmiştir. Ve hislerim beni yanıltmadı. Her bir yanda medreseler, camiler… Okyanus gibidir Mezopotamya, uçsuz bucaksız topraklar düzlükler...
Mardin deyince aklımıza "Mardin Kapı Şen Olur" diye bir türkünün gelmesi pek normaldir. Türküler yörelerin simgesi imiş . Peki Mardin Kapı Mardin'de midir gerçekten de? Mardin Kapısı Mardin'de değil Diyarbakır'dadır. Mardin eski ve yeni Mardin olarak ikiye ayrılmış. İyikide böyle olmuş. Aklımdan geçirmedim değil keşke İstanbul'da da suriçi ve yeni İstanbul diye bir ayrım yapılsaydı ve suriçine dokunulmasaydı diye... 

Mardin'de taş öyle şekiller almış ki, sanki bu güzel coğrafya, taşı kendisi almış, sarmış, yontmuş ve güzelleştirmiş. 
Mardin'in sokaklerı bütün tarih boyunca adeta birbiriyle öyle kaynaşmıştır ki Almanlar 1914-1915  senelerinde demiryolu yapımı sırasında geldikleri şehre arabalarıyla giremeyince, bazı ev ve binaları yıktırıp şehre ilk caddeyi açmışlar.  Ve açılan bu caddedeki dükkanlar ve üzerinde olan evlere genelde Hristiyanlar oturmuş, müslüman halk ise mahalle arasında ikamete devam etmişler. Tabi o zamanlar mahremiyet esas alınırmış...
Mardin eski ve yeni diye ayrılmış ve ona göre nizama koyulmuş şirin bir şehir. Elbette şirin derken kadim Mardin'den bahsediyoruz. Dar sokaklarına arabalar giremediği için eşekler çok yaygın. Çöpler bile sokak aralarından bu eşekler yardımıyla taşınıyor. Bu eşekleri çocuklar sürüyorlar. Fotoğraf çektirmek bahşişle haberiniz olsun J
            Mardinli şair-yazar Murathan Mungan'ın da ifade ettiği gibi 'efsunlu, sırlı, cinli bir şehir Mardin...'
             Mardin'de hemen her medresenin avlusunda insanın veladetinden ölümüne kadar gidecek yolun bir simgesi niteliğinde 3 büyük havuz ve 7 yol var.. Suyun çıktığı kaynak elest bezmini, akarak biriktirdiği küçük havuz hayatı, ordan da akan suyun biriktiği büyük havuz mahşeri/ahireti simgeliyor. 
 Beyazsu, Mardin'e gidildiğinde uğranılmadan dönülmemesi gereken yerlerden.. Altınızda şırıl şırıl tertemiz bir nehir akarken siz üstte Mardin'e has lezzetleri afiyetle yiyebilirsiniz. Tabi bizler de bu zevki kaçırmak istemedik J
             Midyat, kadim Mardin'e çok benzeyen yapılarla süslenmiş. Midyat'a uğramadan bu coğrafyadan ayrılmak bu güzel diyara haksızlık olur.
             Midyat'ta özel üretilen, başka bir yerde bulamayacağınız kahvelerde var. Mesela bunlardan özel bir tat olan Agit kahvesi. Tadı gerçekten çok hoş.
             Mardin'in gecesi de ayrı bir güzelliktedir. Hele ki Mezopotamya'yı gören bir yerde dolunaylı bir gecede Mardin Kalesi'ne sırtınızı dayayıp elinize de Süryani kahvesini aldıysanız dünyanın en keyifli hallerinden birini yaşıyorsunuz demektir.
Mardin gezinizin en keyifli ve eğlenceli duraklarından biri de Mardin Çarşıları olacak. Mardin'in geleneksel el sanatlarını bu yöreye has baharat kahve ve yemekleri burada görebilirsiniz. Mardin'in en çok ziyaret edilen çarşıları ise Kayseriyye (diğer adıyla Bezestan) ve Revaklı Çarşı
            Bıtım sabunu, badem şekeri, leblebi, summak, cevizli sucuk, peksimet almadan da gidilmez bu güzel diyardan...
Ebul Ulâ Mardin'i de yâd etmeden geçmemek gerek.

           

Mardin Kalesi
Şehrin sırtını yaslandığı yerdir bu kale. Mardin kalesi yüzyıllar boyunca ele geçirilemeyen en korunaklı kaleler arasında yer almıştır.
Mardin Müzesi’de uğranılmadan geçilmez mekanlardan. Şehrin ilk tarihlerinden bu yana kadar önemli eserleri panoromik bir şekilde gözlerinizin önüne seriyor.

Dara Harabeleri
Nusaybin'e giderken Dara Harabelerine uğruyoruz. Burda şuan mevcut bulunan köyün inşaasında Antik Dara Şehrinin taşları kullanılmıştır. Bunu evlerin duvarlarına baktığımızda çok net olarak anlayabiliyoruz. Buraya Mezopotamya'nın Efesi de deniliyor ki muhafaza edebilseydik en az Efes kadar yoğun bir ilgi olurdu bu antik şehre.
Günümüzde şehrin büyük bir kısmı yer altındadır ve hala arkeolojik kazıların başlanılması beklenilmektedir. Rehberimizin gösterdiği bir su deposuna giriyoruz. Merdivenlerle iniliyor. Yeraltı Sarnıcı'nın belki iki katı uzunluğundaki bu depo M.Ö yapılmış. Ve asıl ilginç olan nokta bu tarihi nadide yapının üstüne ev inşa edilmiş. Evin inşaasında da Dara Şehrinin kalıntılarını kullanmayı ihmal etmemişler. Ve de bu milattan önce yapılmış çok büyük ve çok yükseklikteki yapıya  girmek için üstüne ev yapan aileden anahtarları alabilmeniz gerekiyor..  

Ulu Camii (Camii Kebir)

İsminde de anlaşılacağı üzere geniş bir alana kurulmuş nadide bir Artuklu eseridir.
Mardin'deki camilerin ortak hususiyeti minarelerinin harika bezemelerle süslenmiş olmasıdır herhalde. Ulu Camide böyle bir eser. Vakıf olarak birçok dükkana sahipmiş. Artuklular zamanında 1176 tarihinde inşa olunmuş.
 Mardin'deki camilerin en eskilerindendir.

 Şeyh Çabuk Camii

Hangi tarihte ve kim tarafından yapıldığı bilinmemektedir.
Mardin’de Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in postacısı ve Hz. Ali Efendimiz’in süt kardeşinin kabirleri bulunmaktadır. 
Peygamber Efendimizin postası sahabe Abdullah Bin Enes El Cüheyni mezarı Şeyh Çabuk Camii’nde bulunmaktadır. Sahabe Cüheyni’nin Hz. Peygamber’in elçiliğini yapmıştır. “Peygamber Efendimiz (SAV) kendilerini İstanbul’a mektup götürmek üzere görevlendirmiş. Sahabe efendimiz Mardin’e geldiğinde vefat eder ve ismi ile anılan bu caminin içindeki türbeye defnedilir. Türbesini ve camiyi yaptıran kişinin adıyla, Şeyh Çabuk Camii olarak anılmaktadır. 1400 yıl önce Peygamber Efendimizin (SAV) davet mektubunu Mardin ve bölgesindeki Yakubiler (Süryaniler)’e iletilmek üzere at sırtında Mardin’e gelen Abdullah Bin Enes El Cüheyni, efendimizin postacısıdır.


Hatuniye Camii ve Medresesi

 12. yüzyılda yapılmış olan yine bir Artuklu eseridir. Caminin içinde Peygamber Efendimiz'in kadem-i şerifleri bulunmaktadır. 
Artuklu eserlerinin en önemlilerinden biri olarak kabul edilen bu külliye şeklindeki yapıda bulunan lahitlerde
 medreseye ayrı bir önem vermiştir. 

Firdevs Köşkleri

Yapı Artuklu sultanları tarafından inşa ettirilmiştir fakat tam olarak tarihi belli değildir. Burada bir hatırata geçmiş bir kıssa zikretmek istiyorum:
"Firdevs kelimesi malumunuz cennetlerden birinin ismidir . Bediüzzaman Said Nursi bu binaya misafir olmuştur. Zamanın meşhur uleması bu köşkte toplanarak Said Nursi'yi bi nevi imtihan etmek isterler ve Sure-i Yusuf'tan en karmaşık bir meseleyi sormanın planını kendi aralarında yaparlar. Ne var ki Said Nursi içeri girer girmez selam verir oturur ve diz çökerek kendiliğinden Sure-i Yusuf'u okur. Herkes hayrette kalmıştır."   (Mardin, Bir Şehir Bir Malikane Sıradışı Evler, Saadettin Noyan sh.60)

Deyrulzafaran Manastırı
1932’ye kadar 640 yıl boyunca Süryani Ortodoks patriklerinin ikamet yeri olan ve üç kattan oluşan manastır 5.yüzyıldan başlayarak farklı zamanlarda yapılan eklentilerle bugünkü haline 18. yüzyılda kavuşmuştur. Manastır, Milattan önce Güneş Tapınağı daha sonrada Romalılarca kale olarak kullanılan bir kompleks üzerine inşa edilmiş. 15.yüzyıldan sonra da manastırın etrafında yetişen zafaran (safran) bitkisisnden dolayı Deyrulzafaran (Safran Manastırı) adıyla anılmaya başlanmıştır.Bu manastırın çevresi bağ ve bahçelerle sarılmış ve hepsi de ekili haldedir. Günümüzde ibadetlerine faal bir şekilde devam etmektedirler.

Kiliseler, Manastırlar: Mardin, Anadolu'daki en önemli Hristiyanlık merkezlerinden biri olmuştur. Yüzyıllar boyunca müslümanlar ile hristiyanlar aynı mahallerlerde yaşamışlar ve yaşamaya devam etmektedirler. Mardin'de pek çok kilise ve manastır hala ayaktadır. Bunlar arasında Deyrülzeferan Manastırı, Mor Gabriel Manastırı, Kırklar Kilisesi, Mor Yakup Kilisesi, Mor Mihail Kilisesi, Mor Yusuf Kilisesi, Mor Evgin Manastırı, görülmesi gereken yerlerdendir.

Zinciriye Medresesi

Mardin’de hüküm süren son Artuklu Sultanı olan El Melik Salih tarafından 1385 yılında yaptırılmıştır.  Halk arasında Zinciriye Medresesi diye de anılır diğer bilinen ismi ise Sultan İsa Medresesidir.
Kasımıye Medresesi,Şehidiye Medresesi,Savur Kapı Medresesi ve daha birçok medrese bulunmaktadır. Genel itibariyle farklı yanları olmamakla beraber hepsi harikulade sanat eserleridir.
Medeniyetlerin yüzyıllarca buluşma noktalarından Mardin’i kısaca anlatmaya çalıştık. Gidip, görüp yazılandan çok daha fazla güzellikleri orada yaşamanızı temenni ediyoruz.
                       
                                                                                          Ömer Faruk Deliktaş
Deyruzzaferen
beyazsu



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder