5 Mart 2015 Perşembe

HER GÜN YÜKSELİYORUZ (!)
İstanbul kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir şehirdir. Yüz yıllarca birçok savaşların yaşandığı, kutlu zaferlerin tadıldığı, nice defalarca baştan imar edilen dersaadetimizde yerleşim büyük bir sıkıntı haline gelmiştir. Her medeniyet İstanbulumuzda kendi eserlerini bırakmış, kendinden izlerle asitaneye mühürlerini vurmuşlardır. Geçen yüzyıllar her eseri az çok tahrip etse de İstanbul’un elinde bulunan tarihi eserler hiç de az değildir. Yapıldığı devrin en büyüğü olan Ayasofya bile sapasağlam bugünlere gelmiştir. Tabi aradan geçen 1500 yıl hiçbir şey eklenmeden dayanamazdı. Ve Mimar Sinan, Ayasofya’yı ayakta tutan payandaları inşa etti.
            Eserler korunarak, sağlamlaştırılarak geleceğe intikal ettirilirler. Ve bu eklentiler yapının ve şehrin mimarisine daima uyumlu olmalıdır. Osmanlı Devleti buna muntazam ehemmiyet göstermiştir. Bir yere yapılacak olan ev, oradaki diğer evlerin rüzgarını, güneşini kesmeyecek şekilde yapılmıştır. Camiilerin yapıldığı yerler alelade belirlenmemiştir.  Belirli ölçüler alınır, şehrin umumi görünümüne aykırı şeyler yapılmazdı. İstanbul, nice yangınlar depremler, felaketler geçirerek bugünlere gelmiş bir şehir olarak bugün, bütün atmosferini kaybetmek üzeredir. Her yeni, eskiyi öldürmektedir bugünkü İstanbul’da. Her yeni bir aykırılıkla ön plana çıkmaya çalışmakta, şehrin genel havasını ve mimarisini kısacası ruhunu bozmak için birbiriyle yarışmaktadır. Günümüzde birçok kadim şehrin sorunu haline gelen şehrin yükselmesi büyük bir mesele teşkil etmektedir. Oysa İstanbul’da sur içi diye isimlendirdiğimiz nefs-i İstanbul bütün imardan azad edilip uzak tutulsa İstanbul’un tarihi kültürel dokusunun bir bölümünü korumuş olabiliriz.
 En mühim meselelerden biriside yüksek binaların kulelerin yapılmasıdır. Bu gibi binalar şehirde bulunan havayı da tarihe olan bağı da koparmaktadır.  Şehrin merkezi yerlerine gökdelenler dikmek, şehri bir kargaşaya sevketmek demektir. Hele ki tarihi önemi haiz olan şehirlerde bu bir felaketi doğurur. Nitekim İstanbul bu felaketi çok iyi tatmış bir şehirdir. Ama bundan sonra bunlara dikkat edilmeli ve şehrin mimari uyumu daha fazla bozulmamalıdır.
            Şehirlerin planlanmasında belediyelere, yerel yönetimlere çok büyük işler düşmektedir. Herkes kendi sorumluluklarının farkında olmak zorundadır. 1940’larda şehrin nüfusu daha milyona ulaşmamışken şimdi yirmi milyona yaklaşmış durumdadır.  Bu şehir artık binlerle ifade edilen değil, milyonlarla ifade edilen bir şehirdir. Yaşanabilir bir İstanbul için nüfusun artması da bir problem teşkil etmektedir. İstanbul’un sahip olduğu bir çok kültür her geçen zamanda teker teker kopmaktadır.

            Sekiz bin yıllık şehrimizi her geçen gün yüksekliklerin altında bırakmak, onu ezmek, zulmetmek demektir. Tarihimize, şehrimize, tabiata, saygı duymak ve onlarla iyi geçinmek durumunda olan bizlerin en yakın zamanda gözlerini açması uyanması elzemdir.

(türk dili ödevi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder