HER GÜN YÜKSELİYORUZ
(!)
İstanbul kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir
şehirdir. Yüz yıllarca birçok savaşların yaşandığı, kutlu zaferlerin tadıldığı,
nice defalarca baştan imar edilen dersaadetimizde yerleşim büyük bir sıkıntı
haline gelmiştir. Her medeniyet İstanbulumuzda kendi eserlerini bırakmış,
kendinden izlerle asitaneye mühürlerini vurmuşlardır. Geçen yüzyıllar her eseri
az çok tahrip etse de İstanbul’un elinde bulunan tarihi eserler hiç de az değildir.
Yapıldığı devrin en büyüğü olan Ayasofya bile sapasağlam bugünlere gelmiştir.
Tabi aradan geçen 1500 yıl hiçbir şey eklenmeden dayanamazdı. Ve Mimar Sinan,
Ayasofya’yı ayakta tutan payandaları inşa etti.
Eserler korunarak,
sağlamlaştırılarak geleceğe intikal ettirilirler. Ve bu eklentiler yapının ve
şehrin mimarisine daima uyumlu olmalıdır. Osmanlı Devleti buna muntazam
ehemmiyet göstermiştir. Bir yere yapılacak olan ev, oradaki diğer evlerin
rüzgarını, güneşini kesmeyecek şekilde yapılmıştır. Camiilerin yapıldığı yerler
alelade belirlenmemiştir. Belirli
ölçüler alınır, şehrin umumi görünümüne aykırı şeyler yapılmazdı. İstanbul,
nice yangınlar depremler, felaketler geçirerek bugünlere gelmiş bir şehir
olarak bugün, bütün atmosferini kaybetmek üzeredir. Her yeni, eskiyi
öldürmektedir bugünkü İstanbul’da. Her yeni bir aykırılıkla ön plana çıkmaya
çalışmakta, şehrin genel havasını ve mimarisini kısacası ruhunu bozmak için
birbiriyle yarışmaktadır. Günümüzde birçok kadim şehrin sorunu haline gelen şehrin
yükselmesi büyük bir mesele teşkil etmektedir. Oysa İstanbul’da sur içi diye
isimlendirdiğimiz nefs-i İstanbul bütün imardan azad edilip uzak tutulsa
İstanbul’un tarihi kültürel dokusunun bir bölümünü korumuş olabiliriz.
En mühim meselelerden
biriside yüksek binaların kulelerin yapılmasıdır. Bu gibi binalar şehirde
bulunan havayı da tarihe olan bağı da koparmaktadır. Şehrin merkezi yerlerine gökdelenler dikmek,
şehri bir kargaşaya sevketmek demektir. Hele ki tarihi önemi haiz olan
şehirlerde bu bir felaketi doğurur. Nitekim İstanbul bu felaketi çok iyi tatmış
bir şehirdir. Ama bundan sonra bunlara dikkat edilmeli ve şehrin mimari uyumu
daha fazla bozulmamalıdır.
Şehirlerin planlanmasında
belediyelere, yerel yönetimlere çok büyük işler düşmektedir. Herkes kendi
sorumluluklarının farkında olmak zorundadır. 1940’larda şehrin nüfusu daha
milyona ulaşmamışken şimdi yirmi milyona yaklaşmış durumdadır. Bu şehir artık binlerle ifade edilen değil,
milyonlarla ifade edilen bir şehirdir. Yaşanabilir bir İstanbul için nüfusun
artması da bir problem teşkil etmektedir. İstanbul’un sahip olduğu bir çok
kültür her geçen zamanda teker teker kopmaktadır.
Sekiz bin yıllık şehrimizi her geçen
gün yüksekliklerin altında bırakmak, onu ezmek, zulmetmek demektir. Tarihimize,
şehrimize, tabiata, saygı duymak ve onlarla iyi geçinmek durumunda olan
bizlerin en yakın zamanda gözlerini açması uyanması elzemdir.
(türk dili ödevi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder