MEZOPOTAMYA'NIN SEYİR TERASI: MARDİN
İstanbul İlim Yayma
Cemiyeti riyasetinde düzenlenen 6. Geleneksel İstanbul Bilgi ve Kültür
Yarışması'nın ilk üçe giren öğrenciler ve öğretmenlerine hediyelerinden biri de
Mardin kültür gezisi idi. Ekibimizde yarışmanın birincisi olan Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi, 2. olan
İstanbul İmam Hatip Lisesi, ve de 3. olan Esenler İmam Hatip Lisesi öğrencileri ve
öğretmenleri vardı.
Bulutsuz tatlı bir günde Mezopotamya
medeniyetler beşiği olan bu toprakları havadan izlemenin lezzeti ile Batman
hava alanına indik. Turumuz Batman'da
bir kahvaltı ile başladı. Batman Türkiye’de petrol çıkarılan tek yer. Dağlarda
bayırlarda petrol sondaj makinalarını görüyoruz.
Ve
Hasankeyf... Yok olmak için zamanını bekleyen bir mekan.
HASANKEYF
Hasankeyf adı ile ilgili bazı efsaneler
vardır. Fakat asıl adı "HISN KEYFA" yani güzel taş anlamına
geliyor...
Bu
tarih ve tabiat güzelliğinin buluştuğu yeri 4,5 sene öncesine kadar ziyaret
etmek tehlikeyi göze almak demekti. Şimdi yöre halkı hallerinden çok memnunlar.
En azından güvenlik açısından. Yoksa malumunuz önümüzdeki senelerde Hasankeyf
bütün tarihi eserleriyle beraber Dicle nehrinin suları altında kalacak…
Hasankeyf kalesi yekpare bir taştan oluşuyor.
Bu kalenin özelliği ise dışardan görenler bu kaleyi büyük bir taş kütlesi
zannediyorlar. Ki bizde öyle zannetmiştik. Kalenin kuzeydoğu ucunda dev
bir kule gibi yükselen Küçük Saray yer almaktadır. Ayrıca kalede Ulu Cami ve Büyük
Saray gibi yapılar bulunuyor.
Kaya kütlesinin içerisine dışardan belli
olmayacak şekilde merdiven sistemi de yapılmış. Hasankeyf kalesinin tam
karşısında Zeynel Bey türbesi bulunuyor. Türbe, bu çevrede Akkoyunlulara ait
tek eser. Zeynel Bey'de Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın oğlu. Duvarın üzerine
mavi yeşil renklerinde çinilerin yerleştirilmiş olması harika bir görünüm
katmış. Ama maalesef içerisi çok kötü bir durumda. Hem ne önemi var değil mi? Koca
bir tarih şehri sular altında kalacak...
Süleymaniye Camii'ne doğru grup eşliğinde yürüyoruz. Ve herkes
hayran kaldı bu camii minaresindeki ince süslemelere. Taşın insan elinde bu
kadar ince ve güzel süslemelerle bezenebilmesi büyük bir ustalık eseri ve sanat
harikası.
Errızk camiinden ise sadece minare
sağlam kalmış. Kısmen yıkılmış giriş kapısında yer alan kitabenin altında
bitkisel süsler arasında Allah’ın doksan dokuz ismi yazılmış. Camiin önemli
özelliklerinden biri de cami minaresinin çift yollu olmasıdır.
TAŞLARA İŞLENEN GÜZELLİK
Mardin kayalık, tepe üstüne yapılmış taş yapılı
konaklardan ibaret bir görüntü veriyor ilk bakışta. Halbuki o taş yapıların
arasında dolaşmak, sokaklarda Mardin halkıyla sohbet etmek, gerçekten insanın farklı
bir bakış açısı kazanması için güzel bir vesile olabiliyor.. Mesela Mardin'de
müslüman, yezidi, süryani, musevi gibi farklı farklı dinlere mensup insanlarla
karşılaşmak çok sıradan bir durum. Evleri yan yana. Ailelerin çocukları sokakta
beraber oyun oynuyorlar. Yüzyıllardır beraber yaşamış bir halk kitlesi var
Mardin'de.
En iyisi birde bu gezi ile talebesi olmaya
çalıştığımız Evliya Çelebi'mize bir kulak verelim, bakalım Mardin için ne demiş:
"Çöl içinde göğe yükselmiş, bulut renginde bir kayaya kurulmuş burç ve
kuleleri Samanyolu gibi bulutlara erişen bir yer..."
Mardin havzasını
uçaktan seyrettiğimizde Fırat ve Dicle'nin akarsu kollarıyla örümcek ağı misali
sarılmış her taraftan beslenilmeye çalışılan bir coğrafya görüyoruz.
Bu coğrafyanın tarihteki ismi 'Mezopotamya'.
Mezopotamya
ismini ilk duyduğum andan itibaren bir esrarengizlik bir bilinmezlik ve ilim,
kültür dünyası zihnimde, tahayyülümde yer etmiştir. Ve hislerim beni yanıltmadı.
Her bir yanda medreseler, camiler… Okyanus gibidir Mezopotamya, uçsuz bucaksız
topraklar düzlükler...
Mardin
deyince aklımıza "Mardin Kapı Şen Olur" diye bir türkünün gelmesi pek
normaldir. Türküler yörelerin simgesi imiş . Peki Mardin Kapı Mardin'de midir
gerçekten de? Mardin Kapısı Mardin'de değil Diyarbakır'dadır. Mardin eski ve
yeni Mardin olarak ikiye ayrılmış. İyikide böyle olmuş. Aklımdan geçirmedim
değil keşke İstanbul'da da suriçi ve yeni İstanbul diye bir ayrım yapılsaydı ve
suriçine dokunulmasaydı diye...
Mardin'de taş öyle şekiller almış ki,
sanki bu güzel coğrafya, taşı kendisi almış, sarmış, yontmuş ve
güzelleştirmiş.
Mardin'in sokaklerı bütün tarih boyunca
adeta birbiriyle öyle kaynaşmıştır ki Almanlar 1914-1915 senelerinde
demiryolu yapımı sırasında geldikleri şehre arabalarıyla giremeyince, bazı ev
ve binaları yıktırıp şehre ilk caddeyi açmışlar. Ve açılan bu caddedeki
dükkanlar ve üzerinde olan evlere genelde Hristiyanlar oturmuş, müslüman halk
ise mahalle arasında ikamete devam etmişler. Tabi o zamanlar mahremiyet esas
alınırmış...
Mardin eski ve yeni diye ayrılmış ve ona
göre nizama koyulmuş şirin bir şehir. Elbette şirin derken kadim Mardin'den
bahsediyoruz. Dar sokaklarına arabalar giremediği için eşekler çok yaygın.
Çöpler bile sokak aralarından bu eşekler yardımıyla taşınıyor. Bu eşekleri
çocuklar sürüyorlar. Fotoğraf çektirmek bahşişle haberiniz olsun J
Mardinli şair-yazar Murathan
Mungan'ın da ifade ettiği gibi 'efsunlu, sırlı, cinli bir şehir Mardin...'
Mardin'de hemen her
medresenin avlusunda insanın veladetinden ölümüne kadar gidecek yolun bir
simgesi niteliğinde 3 büyük havuz ve 7 yol var.. Suyun çıktığı kaynak elest
bezmini, akarak biriktirdiği küçük havuz hayatı, ordan da akan suyun biriktiği
büyük havuz mahşeri/ahireti simgeliyor.
Beyazsu, Mardin'e gidildiğinde uğranılmadan
dönülmemesi gereken yerlerden.. Altınızda şırıl şırıl tertemiz bir nehir
akarken siz üstte Mardin'e has lezzetleri afiyetle yiyebilirsiniz. Tabi bizler
de bu zevki kaçırmak istemedik J
Midyat, kadim Mardin'e
çok benzeyen yapılarla süslenmiş. Midyat'a uğramadan bu coğrafyadan ayrılmak bu
güzel diyara haksızlık olur.
Midyat'ta özel
üretilen, başka bir yerde bulamayacağınız kahvelerde var. Mesela bunlardan özel
bir tat olan Agit kahvesi. Tadı gerçekten çok hoş.
Mardin'in gecesi de
ayrı bir güzelliktedir. Hele ki Mezopotamya'yı gören bir yerde dolunaylı bir
gecede Mardin Kalesi'ne sırtınızı dayayıp elinize de Süryani kahvesini aldıysanız
dünyanın en keyifli hallerinden birini yaşıyorsunuz demektir.
Mardin gezinizin en keyifli ve eğlenceli duraklarından biri
de Mardin Çarşıları olacak. Mardin'in geleneksel el sanatlarını bu yöreye has
baharat kahve ve yemekleri burada görebilirsiniz. Mardin'in en çok ziyaret
edilen çarşıları ise Kayseriyye (diğer adıyla Bezestan) ve Revaklı Çarşı
Bıtım sabunu, badem şekeri, leblebi,
summak, cevizli sucuk, peksimet almadan da gidilmez bu güzel diyardan...
Ebul Ulâ Mardin'i de yâd etmeden geçmemek
gerek.
Mardin
Kalesi
Şehrin
sırtını yaslandığı yerdir bu kale. Mardin kalesi yüzyıllar boyunca ele
geçirilemeyen en korunaklı kaleler arasında yer almıştır.
Mardin Müzesi’de uğranılmadan geçilmez
mekanlardan. Şehrin ilk tarihlerinden bu yana kadar önemli eserleri panoromik
bir şekilde gözlerinizin önüne seriyor.
Dara
Harabeleri
Nusaybin'e
giderken Dara Harabelerine uğruyoruz. Burda şuan mevcut bulunan köyün
inşaasında Antik Dara Şehrinin taşları kullanılmıştır. Bunu evlerin duvarlarına
baktığımızda çok net olarak anlayabiliyoruz. Buraya Mezopotamya'nın Efesi de
deniliyor ki muhafaza edebilseydik en az Efes kadar yoğun bir ilgi olurdu bu
antik şehre.
Günümüzde
şehrin büyük bir kısmı yer altındadır ve hala arkeolojik kazıların başlanılması
beklenilmektedir. Rehberimizin gösterdiği bir su deposuna giriyoruz.
Merdivenlerle iniliyor. Yeraltı Sarnıcı'nın belki iki katı uzunluğundaki bu
depo M.Ö yapılmış. Ve asıl ilginç olan nokta bu tarihi nadide yapının üstüne ev
inşa edilmiş. Evin inşaasında da Dara Şehrinin kalıntılarını kullanmayı ihmal
etmemişler. Ve de bu milattan önce yapılmış çok büyük ve çok yükseklikteki
yapıya girmek için üstüne ev yapan aileden anahtarları alabilmeniz
gerekiyor..
Ulu
Camii (Camii Kebir)
İsminde
de anlaşılacağı üzere geniş bir alana kurulmuş nadide bir Artuklu eseridir.
Mardin'deki
camilerin ortak hususiyeti minarelerinin harika bezemelerle süslenmiş olmasıdır
herhalde. Ulu Camide böyle bir eser. Vakıf olarak birçok dükkana sahipmiş.
Artuklular zamanında 1176 tarihinde inşa olunmuş.
Mardin'deki camilerin en eskilerindendir.
Şeyh Çabuk Camii
Hangi
tarihte ve kim tarafından yapıldığı bilinmemektedir.
Mardin’de
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in postacısı ve Hz. Ali Efendimiz’in süt
kardeşinin kabirleri bulunmaktadır.
Peygamber
Efendimizin postası sahabe Abdullah Bin Enes El Cüheyni mezarı Şeyh Çabuk
Camii’nde bulunmaktadır. Sahabe Cüheyni’nin Hz. Peygamber’in elçiliğini
yapmıştır. “Peygamber Efendimiz (SAV) kendilerini İstanbul’a mektup götürmek
üzere görevlendirmiş. Sahabe efendimiz Mardin’e geldiğinde vefat eder ve ismi
ile anılan bu caminin içindeki türbeye defnedilir. Türbesini ve camiyi yaptıran
kişinin adıyla, Şeyh Çabuk Camii olarak anılmaktadır. 1400 yıl önce Peygamber
Efendimizin (SAV) davet mektubunu Mardin ve bölgesindeki Yakubiler
(Süryaniler)’e iletilmek üzere at sırtında Mardin’e gelen Abdullah Bin Enes El
Cüheyni, efendimizin postacısıdır.
Hatuniye Camii ve Medresesi
12. yüzyılda yapılmış olan yine bir Artuklu
eseridir. Caminin içinde Peygamber Efendimiz'in kadem-i şerifleri
bulunmaktadır.
Artuklu eserlerinin en önemlilerinden biri olarak
kabul edilen bu külliye şeklindeki yapıda bulunan lahitlerde
medreseye ayrı bir önem vermiştir.
Firdevs Köşkleri
Yapı Artuklu sultanları tarafından inşa ettirilmiştir
fakat tam olarak tarihi belli değildir. Burada bir hatırata geçmiş bir kıssa
zikretmek istiyorum:
"Firdevs kelimesi malumunuz cennetlerden birinin
ismidir . Bediüzzaman Said Nursi bu binaya misafir olmuştur. Zamanın meşhur
uleması bu köşkte toplanarak Said Nursi'yi bi nevi imtihan etmek isterler ve
Sure-i Yusuf'tan en karmaşık bir meseleyi sormanın planını kendi aralarında
yaparlar. Ne var ki Said Nursi içeri girer girmez selam verir oturur ve diz
çökerek kendiliğinden Sure-i Yusuf'u okur. Herkes hayrette kalmıştır."
(Mardin, Bir Şehir Bir Malikane Sıradışı Evler, Saadettin Noyan sh.60)
1932’ye
kadar 640 yıl boyunca Süryani Ortodoks patriklerinin ikamet yeri olan ve üç
kattan oluşan manastır 5.yüzyıldan başlayarak farklı zamanlarda yapılan
eklentilerle bugünkü haline 18. yüzyılda kavuşmuştur. Manastır, Milattan önce
Güneş Tapınağı daha sonrada Romalılarca kale olarak kullanılan bir kompleks
üzerine inşa edilmiş. 15.yüzyıldan sonra da manastırın etrafında yetişen
zafaran (safran) bitkisisnden dolayı Deyrulzafaran (Safran Manastırı) adıyla
anılmaya başlanmıştır.Bu manastırın çevresi bağ ve bahçelerle sarılmış ve hepsi
de ekili haldedir. Günümüzde ibadetlerine faal bir şekilde devam etmektedirler.
Kiliseler, Manastırlar: Mardin, Anadolu'daki en önemli
Hristiyanlık merkezlerinden biri olmuştur. Yüzyıllar boyunca müslümanlar ile
hristiyanlar aynı mahallerlerde yaşamışlar ve yaşamaya devam etmektedirler.
Mardin'de pek çok kilise ve manastır hala ayaktadır. Bunlar arasında Deyrülzeferan Manastırı, Mor
Gabriel Manastırı, Kırklar Kilisesi, Mor Yakup Kilisesi, Mor
Mihail Kilisesi, Mor Yusuf Kilisesi, Mor Evgin Manastırı, görülmesi
gereken yerlerdendir.
Zinciriye
Medresesi
Mardin’de
hüküm süren son Artuklu Sultanı olan El Melik Salih tarafından 1385 yılında
yaptırılmıştır. Halk arasında Zinciriye Medresesi diye de anılır diğer
bilinen ismi ise Sultan İsa Medresesidir.
Kasımıye Medresesi,Şehidiye Medresesi,Savur Kapı Medresesi ve daha birçok medrese bulunmaktadır.
Genel itibariyle farklı yanları olmamakla beraber hepsi harikulade sanat
eserleridir.
Medeniyetlerin yüzyıllarca buluşma noktalarından Mardin’i
kısaca anlatmaya çalıştık. Gidip, görüp yazılandan çok daha fazla güzellikleri
orada yaşamanızı temenni ediyoruz.
Ömer Faruk Deliktaş
Deyruzzaferen
beyazsu