EMİRGAN
Emirgan ismi artık tamamıyle
lalelerle özdeşleşti desek yanlış söylemiş olmayız. Nisan ayının gelmesi demek
lalelerin Emirgan’a ve İstanbul’un birçok yerlerine inci taneleri gibi sıralanması
demektir. Bizde bu inci tanelerini asıl yerlerinde görmek gerek diyerek yola
çıktık. Maalesef bu güzelliklere ulaşmak için İstanbul’un zahmeti olan trafiğe
katlanmanız gerekiyor. Ya da tekne kiralayıp öyle de gidebilirsiniz. Güç bela
Emirgan’a vardıktan sonra koruya çıkmadan önce elbette ki Sultan 1.Abdülhamid’in
yaptırmış olduğu Hamid-i Evvel camii veya diğer ismi ile Emirgan Camii’ni
ziyaret ediyoruz.
Emirgan Camii
Boğaz’ın, Hz. Fatih’in tarihçisi
Tursun Bey’in tabiriyle nehr-i aziz’in, en büyük camii Ortaköy camiidir. Ama
asıl boğazın yani bir yılan gibi kıvrım kıvrım ilerleyen boğazın iki büyük
camii vardır. Ve ikisi de Sultan 1.Abdülhamid’in yadigarı camiilerdir.
Beylerbeyi Camii ve Emirgan Camii... İkisi de yalı cami diye adlandırdığımız
kategoriye dahildir. Emirgan Camii’nin Hemen önünde çınar ile beraber harika
bir çeşme görüyoruz. Hat yazıları enfes ve meydana çok güzel bir bütünlük
katmış. Dört bir tarafında yazılar
mevcut. Camii bir kompleks şeklinde düşünülmüş; hamam, fırın, meydan çeşmesi,
değirmen ve dükkanlar yapılmış. Ancak bunlardan günümüze sadece meydan çeşmesi
gelebilmiştir. Çınaraltında bulunan çeşmenin banisi Sultan 1. Abdülhamid’dir.
Az ilerisinde yer alan ihtişam ve sadeliği kendinde cem edebilen
muvakkithanenin banisi Sultan 1. Abdülmecid’dir. Şuan büfe olarak kullanılıyor.
Muvakkithane camiiden 6 yıl sonra yapılıyor ama çeşme camii ile aynı tarihte
yapılmış. Bu çeşmeden Emirgan semtinin Aşıklar Tepesi’nde çıkan ve böbrek
taşlarını düşürdüğü söylenen İmam suyu aktığı söyleniyor. Hamid-i evvel camiine girdiğimizde sol
tarafımızda kuş banyosu mimarisinde yapılmış çok güzel bir eser bizi
karşılıyor. Hemen bu küçük havuzun yanındaki banklara oturup Sultan 1.
Abdülhamid’den bahsedelim. 2.’si çok meşhur ve bilinen Abdülhamid isimli
padişahlarımızın birincisi maalesef pek bilinmez. Ama tebaasına çok büyük
muhabbet besleyen, memleketin her karış toprağının mesuliyetini, ağırlığını
kalbinin en derinlerinde hisseden bir sultanımızdı. Ve bu hissiyatının
muhkemliği vefatının da sebebi olacaktır. Rusların Özi Kalesi’ni ele geçirip
müslüman ahaliyi kılıçtan geçirdiği haberi kendisine ulaşınca Osmanlı sultanı
ve Müslümanların halifesine inme inmiş yani felç geçirmiş ve bir sene sonra da
vefat etmiştir.
Uzaktan baktığımızda camii, muvakkithane,
çeşme ve tabi ki çınar harika bir görünüm sunuyorlar. Camiin hemen yanında da
Şerifler yalısı bulunmaktadır. Bu yalı Rumeli yakasının en eski yalısıdır.
Mekke şeriflerine ait olmasından dolayı bu isim verilmiştir. Tabi önünden yol geçirildiği için artık yol
yalısı olmuşta diyebiliriz. Yesari Mehmed Efendi’nin çeşmeye nakşettiği nefis
hattın bizde bıraktığı edayla Hamid-i Evvel Camii’ne adım atıyoruz. Sol tarafta
bir kuş havuzu aslında camiin ne kadar zarif bir şekilde yapıldığının
emarelerinden birisi. Karşımızda duvara
bitiştirilmiş bir çeşme... Ve hemen sağ
tarafında kitabesi bulunan bir şadırvan. Camii 1781 yılında erken yaşta vefat
eden Şehzade Mehmed ve onun validesi Hümaşah kadın için yaptırılmıştır. Ancak
şuan ki eser sol taraftaki avlu kapısı üzerinde Yeserizade Mustafa İzzet Efendi’nin
hattı ile yazılı kitabede belirtildiği üzere Sultan 2. Mahmud tarafından eski
camiin yerine 1838’de yeniden yapılmıştır. Camie girdiğimizde yüzümüze vuran ışık
hüzmeleriyle beraber büyüleniyoruz. Mihrab çiçek, yaprak ve dal motifleriyle
süslenmiş. Hünkar mahfilinde Sultan Mahmud güneşi olarak isimlendirilen simgeyi
görüyoruz. Dış kısımda çeşme ile karşı karşıya bulunan ahşap ve beyaz bir
Hünkar Kasrı mevcud. Ve Emirgan korusu’na, lalelerin dansına geç kalmamak için
Hamid-i Evvel camiinden biran evvel çıkıyoruz.
Emirgan Korusu ve
Laleler..
Birşeyde gözüm yok kuru bir can
kafi
Hoşbeş edecek ehl-i ihvan kafi
İkbaline bel bağlamadım dünyanın
İstanbul içinde bir Emirgan kafi
Emirgan ismi, Sultan 4. Murad
Revan seferinden dönerken yanında Revan kalesi kumandanı Emirgune Han’ı
İstanbul’a getirip kendisine burayı vermesinden dolayı zamanla önce korunun sonra
da semtin ismi haline dönüşmüştür. Sultan Abdülaziz bu araziyi Mısır Hıdivi
İsmail Paşa’ya vermiş ve o da Sarı, Beyaz ve Pembe isimlerini taşıyan üç tane
köşk inşa ettirmiştir. Emirgan korusuna girip ilerledikçe harika güzelliklerle
karşılaşıyoruz. Her bir yerde harika motifler ve lalelerinin eşsiz görünümü.
Allah cennetteki güzelliklerinin benzerinin küçücük bir parçasını da herhalde
buraya bahşetmiş diyoruz. Ecdadımızın çiçek kültürü, sevgisi avam halktan
padişaha kadar temayüz etmişti. Ve Emirgan’a çıkarken otoparka ulaşabilmek için
arka arkaya dizilmiş arabaların birinin içinde Osmanlı bakiyesi alimlerden
Muhterem Emin Saraç Hocaefendi’yi görüyoruz…
Lale Emirgan demektir. Lale asya
demektir. Lale sembolü Allah’ı temsil ederken gül de onun son elçisi ve Rasul’i
Zişan Efendimiz’i temsil eder. Maalesef
uzun zamandır lale deyince dünyanın aklına Hollanda geliyor. Lalenin Avrupa
yolculuğu İstanbul’da başlamıştır. Avusturya kralı Ferdinand’ın elçisi olarak
İstanbul’a gelen Busbek’in buradan götürdüğü lale türüne tülbent lalesi
denilirdi. Dolayısıyla tülbent kelimesinin batı dillerindeki karşılığı ‘tulip’
kelimesi bu çiçeğin batıdaki ismi olmuştur. İstanbul’da yetişen birçok lale
türü bulunmaktaydı. Ve bu türlere verilen isimler bile insanı mest ediyor adeta…
İşte buyrunuz bu adlarından bazıları. İsimleri dahi zihninizde harikuladelikler
oluşturacak: Câm-ı zerrin (altın kadeh), cevher-i hayat, dürri yekta (eşsiz
inci), menba-i hayat, nur-u cenan (gönül nuru), revnak-bahş(parlaklık güzellik
veren), saye-i hüma (mutluluk gölgesi), zevk-bahş (zevk veren), gül-i şebab
(gençlik gülü), Kerem-i bâri (Allah’ın lütfu)… Laleler kendi aralarında öyle
bir ahenk oluşturuyorlar ki sanki açılmış halleri ile gökten yağan rahmeti
tutup daha sonra da kendilerini seyre gelenlere o rahmeti göz nuru şeklinde gözlerimize
ikram ediyorlar veya gönül ferahlatan şekliyle bizlere sunuyorlar.
Ruşen Eşref’in lale üzerine
şiirinin bir dörtlüğü şöyledir:
İlhamıydım ben Nedim’in
Sevgilisi İbrahim’in
Bayılırdı şen vezirler
Sıra sıra bizi dizer
Emirgan Korusunda iki tane
birbine bağlı olan gölet var. Rengarenk laleler, iki tane gölet, 3 tane
birbirinden hoş mimarilere sahip köşkler, sincaplar, boğaz manzarası ve insanı
rahatlatan serinlik, misk misali çiçek kokuları… Dünyadaki cennetlerden birisi
de burası olsa gerek... Emirgan korusunda 120 çeşit ağaç türü bulunmaktadır. Ve
boğazın vazgeçilmez ağacı olan erguvanda Emirgan korusuna çok güzel yakışıyor.
Yazımızı İstanbul aşığının
dizeleriyle sonlandıralım.. Yahya Kemal, Osmanlı İstanbul’unun zevkini tadan, yaşayan
ve mısralara dökebilen son şairlerden biri olarak Hüzün ve Hatıra adlı şiirinde
şöyle seslenir:
Tenha Emirgan’ın Çınaraltı’nda
kahvesi,
Poyrazla söyleşir gibi
yaprakların sesi.
Hem başka hem de hayli yakın
karşı mabede
Mermerle kaplı çeşmede, mevzun
kitabede
Baktım Yesari hatlarının bir
nefisine,
Daldim coşup giden denizin
musikisine…
Ömer Faruk Deliktaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder