15 Kasım 2014 Cumartesi

EMİRGAN

EMİRGAN
Emirgan ismi artık tamamıyle lalelerle özdeşleşti desek yanlış söylemiş olmayız. Nisan ayının gelmesi demek lalelerin Emirgan’a ve İstanbul’un birçok yerlerine inci taneleri gibi sıralanması demektir. Bizde bu inci tanelerini asıl yerlerinde görmek gerek diyerek yola çıktık. Maalesef bu güzelliklere ulaşmak için İstanbul’un zahmeti olan trafiğe katlanmanız gerekiyor. Ya da tekne kiralayıp öyle de gidebilirsiniz. Güç bela Emirgan’a vardıktan sonra koruya çıkmadan önce elbette ki Sultan 1.Abdülhamid’in yaptırmış olduğu Hamid-i Evvel camii veya diğer ismi ile Emirgan Camii’ni ziyaret ediyoruz.
Emirgan Camii
Boğaz’ın, Hz. Fatih’in tarihçisi Tursun Bey’in tabiriyle nehr-i aziz’in, en büyük camii Ortaköy camiidir. Ama asıl boğazın yani bir yılan gibi kıvrım kıvrım ilerleyen boğazın iki büyük camii vardır. Ve ikisi de Sultan 1.Abdülhamid’in yadigarı camiilerdir. Beylerbeyi Camii ve Emirgan Camii... İkisi de yalı cami diye adlandırdığımız kategoriye dahildir. Emirgan Camii’nin Hemen önünde çınar ile beraber harika bir çeşme görüyoruz. Hat yazıları enfes ve meydana çok güzel bir bütünlük katmış.  Dört bir tarafında yazılar mevcut. Camii bir kompleks şeklinde düşünülmüş; hamam, fırın, meydan çeşmesi, değirmen ve dükkanlar yapılmış. Ancak bunlardan günümüze sadece meydan çeşmesi gelebilmiştir. Çınaraltında bulunan çeşmenin banisi Sultan 1. Abdülhamid’dir. Az ilerisinde yer alan ihtişam ve sadeliği kendinde cem edebilen muvakkithanenin banisi Sultan 1. Abdülmecid’dir. Şuan büfe olarak kullanılıyor. Muvakkithane camiiden 6 yıl sonra yapılıyor ama çeşme camii ile aynı tarihte yapılmış. Bu çeşmeden Emirgan semtinin Aşıklar Tepesi’nde çıkan ve böbrek taşlarını düşürdüğü söylenen İmam suyu aktığı söyleniyor.  Hamid-i evvel camiine girdiğimizde sol tarafımızda kuş banyosu mimarisinde yapılmış çok güzel bir eser bizi karşılıyor. Hemen bu küçük havuzun yanındaki banklara oturup Sultan 1. Abdülhamid’den bahsedelim. 2.’si çok meşhur ve bilinen Abdülhamid isimli padişahlarımızın birincisi maalesef pek bilinmez. Ama tebaasına çok büyük muhabbet besleyen, memleketin her karış toprağının mesuliyetini, ağırlığını kalbinin en derinlerinde hisseden bir sultanımızdı. Ve bu hissiyatının muhkemliği vefatının da sebebi olacaktır. Rusların Özi Kalesi’ni ele geçirip müslüman ahaliyi kılıçtan geçirdiği haberi kendisine ulaşınca Osmanlı sultanı ve Müslümanların halifesine inme inmiş yani felç geçirmiş ve bir sene sonra da vefat etmiştir.
Uzaktan baktığımızda camii, muvakkithane, çeşme ve tabi ki çınar harika bir görünüm sunuyorlar. Camiin hemen yanında da Şerifler yalısı bulunmaktadır. Bu yalı Rumeli yakasının en eski yalısıdır. Mekke şeriflerine ait olmasından dolayı bu isim verilmiştir.  Tabi önünden yol geçirildiği için artık yol yalısı olmuşta diyebiliriz. Yesari Mehmed Efendi’nin çeşmeye nakşettiği nefis hattın bizde bıraktığı edayla Hamid-i Evvel Camii’ne adım atıyoruz. Sol tarafta bir kuş havuzu aslında camiin ne kadar zarif bir şekilde yapıldığının emarelerinden birisi.  Karşımızda duvara bitiştirilmiş bir çeşme...  Ve hemen sağ tarafında kitabesi bulunan bir şadırvan. Camii 1781 yılında erken yaşta vefat eden Şehzade Mehmed ve onun validesi Hümaşah kadın için yaptırılmıştır. Ancak şuan ki eser sol taraftaki avlu kapısı üzerinde Yeserizade Mustafa İzzet Efendi’nin hattı ile yazılı kitabede belirtildiği üzere Sultan 2. Mahmud tarafından eski camiin yerine 1838’de yeniden yapılmıştır.  Camie girdiğimizde yüzümüze vuran ışık hüzmeleriyle beraber büyüleniyoruz. Mihrab çiçek, yaprak ve dal motifleriyle süslenmiş. Hünkar mahfilinde Sultan Mahmud güneşi olarak isimlendirilen simgeyi görüyoruz. Dış kısımda çeşme ile karşı karşıya bulunan ahşap ve beyaz bir Hünkar Kasrı mevcud. Ve Emirgan korusu’na, lalelerin dansına geç kalmamak için Hamid-i Evvel camiinden biran evvel çıkıyoruz.
Emirgan Korusu ve Laleler..
Birşeyde gözüm yok kuru bir can kafi
Hoşbeş edecek ehl-i ihvan kafi
İkbaline bel bağlamadım dünyanın
İstanbul içinde bir Emirgan kafi

Emirgan ismi, Sultan 4. Murad Revan seferinden dönerken yanında Revan kalesi kumandanı Emirgune Han’ı İstanbul’a getirip kendisine burayı vermesinden dolayı zamanla önce korunun sonra da semtin ismi haline dönüşmüştür. Sultan Abdülaziz bu araziyi Mısır Hıdivi İsmail Paşa’ya vermiş ve o da Sarı, Beyaz ve Pembe isimlerini taşıyan üç tane köşk inşa ettirmiştir. Emirgan korusuna girip ilerledikçe harika güzelliklerle karşılaşıyoruz. Her bir yerde harika motifler ve lalelerinin eşsiz görünümü. Allah cennetteki güzelliklerinin benzerinin küçücük bir parçasını da herhalde buraya bahşetmiş diyoruz. Ecdadımızın çiçek kültürü, sevgisi avam halktan padişaha kadar temayüz etmişti. Ve Emirgan’a çıkarken otoparka ulaşabilmek için arka arkaya dizilmiş arabaların birinin içinde Osmanlı bakiyesi alimlerden Muhterem Emin Saraç Hocaefendi’yi görüyoruz…
Lale Emirgan demektir. Lale asya demektir. Lale sembolü Allah’ı temsil ederken gül de onun son elçisi ve Rasul’i Zişan Efendimiz’i temsil eder. Maalesef uzun zamandır lale deyince dünyanın aklına Hollanda geliyor. Lalenin Avrupa yolculuğu İstanbul’da başlamıştır. Avusturya kralı Ferdinand’ın elçisi olarak İstanbul’a gelen Busbek’in buradan götürdüğü lale türüne tülbent lalesi denilirdi. Dolayısıyla tülbent kelimesinin batı dillerindeki karşılığı ‘tulip’ kelimesi bu çiçeğin batıdaki ismi olmuştur. İstanbul’da yetişen birçok lale türü bulunmaktaydı. Ve bu türlere verilen isimler bile insanı mest ediyor adeta… İşte buyrunuz bu adlarından bazıları. İsimleri dahi zihninizde harikuladelikler oluşturacak: Câm-ı zerrin (altın kadeh), cevher-i hayat, dürri yekta (eşsiz inci), menba-i hayat, nur-u cenan (gönül nuru), revnak-bahş(parlaklık güzellik veren), saye-i hüma (mutluluk gölgesi), zevk-bahş (zevk veren), gül-i şebab (gençlik gülü), Kerem-i bâri (Allah’ın lütfu)… Laleler kendi aralarında öyle bir ahenk oluşturuyorlar ki sanki açılmış halleri ile gökten yağan rahmeti tutup daha sonra da kendilerini seyre gelenlere o rahmeti göz nuru şeklinde gözlerimize ikram ediyorlar veya gönül ferahlatan şekliyle bizlere sunuyorlar.
Ruşen Eşref’in lale üzerine şiirinin bir dörtlüğü şöyledir:
İlhamıydım ben Nedim’in
Sevgilisi İbrahim’in
Bayılırdı şen vezirler
Sıra sıra bizi dizer
Emirgan Korusunda iki tane birbine bağlı olan gölet var. Rengarenk laleler, iki tane gölet, 3 tane birbirinden hoş mimarilere sahip köşkler, sincaplar, boğaz manzarası ve insanı rahatlatan serinlik, misk misali çiçek kokuları… Dünyadaki cennetlerden birisi de burası olsa gerek... Emirgan korusunda 120 çeşit ağaç türü bulunmaktadır. Ve boğazın vazgeçilmez ağacı olan erguvanda Emirgan korusuna çok güzel yakışıyor.
Yazımızı İstanbul aşığının dizeleriyle sonlandıralım.. Yahya Kemal,  Osmanlı İstanbul’unun zevkini tadan, yaşayan ve mısralara dökebilen son şairlerden biri olarak Hüzün ve Hatıra adlı şiirinde şöyle seslenir:
Tenha Emirgan’ın Çınaraltı’nda kahvesi,
Poyrazla söyleşir gibi yaprakların sesi.
Hem başka hem de hayli yakın karşı mabede
Mermerle kaplı çeşmede, mevzun kitabede
Baktım Yesari hatlarının bir nefisine,
Daldim coşup giden denizin musikisine…



                                                                                            Ömer Faruk Deliktaş





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder