31 Aralık 2017 Pazar

İLK TÜRKÇE SİYER

İLK TÜRKÇE SİYER VE İLK MEVLİD KİTABI

Bazı eserler vardır ki onlar milletlerin kültüdür. Yazıldıktan sonra üzerinden asırlar geçer ancak o eserler hiç kaybolmaz ve müslüman olan herkesin hanesinde Kuran-ı Kerim ve Hadis kitaplarından sonra yerlerini alırlar. Günümüz hanelerinden bahsetmiyorum tabi.
14. yüzyıl Erzurum’undan Mısır’a ilim tahsiline giden Mustafa Darir Efendi zamanla burada Memluklü sarayının hizmetine girmiştir. Darir soyadının kendisine verilmesi gözlerinin zarar görüp âmâ kalmasından dolayıdır. O günün Mısır’ında Berkuk bin Anas hükümdardır ve Türkçe’yi resmi dil ilan etmiş, pek çok eserin Türkçe’ye çevrilmesi için de emir vermiştir. Peki gözleri görmeyen Mustafa Efendi bu ilim aşkıyla Erzurum’dan kalkıp Mısır’a gittiğinde nasıl saraya girdi kendisinden dinleyelim:
“Ben fakir ve hakir, o saadetli padişahın sohbetine söz söylemek için yol buldu. Şirin lafızlar ve zengin kelimeler bereketiyle ona yaklaşmak hasıl oldu. Çünkü gözsüz olan âmâ bulunan kişinin her ne kadar görüş kuvveti yoksa da hafızasının kuvveti çoktur. Sözler gönlünde toplanır ve hafıza kuvveti söz toplamakta güçlü olur. Dariri söz söylediği vakitte latif, renkli ve gönül yakıcı ve şirin söylerdi. Cümle halk onun gönül alan kelimelerini dinlemeğe gönül çekerlerdi. Ben Dariri beş yıl padişahın huzurunda her gece meclis eyledim. Padişahların tarihini padişaha anlattım. O da bir gün bana: “Ey gözsüz, gel, bize bir Sire söyle ki onda hem siret, hem suret bulunsun.” Dedi.
Darir Efendi aldığı emirle Ebu’l Muhsin Bekri’nin kitabının tercümesine başlar. “Müslümanlar padişahının huzurunda Hazreti Resul’ün ibret dolu siyerini Arapça okuyup Türkçe anlatır.” Darir Efendi bu vesileyle ilk Türkçe siyer kitabını 1388 yılında Memluk sultanı Berkuk’a takdim etmiştir.
Siyer-i Nebi, Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır Seferi esnasında saraya getiriliyor. Ve 16. Yüzyılın sonlarında 1596 senesinde Sultan 3. Murad tarafından minyatürlenmesi için nakkaşhaneye gönderiliyor. Yazılışından 2 asır sonra Nakkaş Hasan ve ekibi tarafından bütçesi Hazine-i Hümayun’dan karşılanmak üzere minyatürleniyor.
“Osmanlı saray nakkaşhanesinde resimlenen Siyer-i Nebi doğrudan Hz. Peygamber’in hayatını konu edinmekle birlikte cahiliyye devri siyasi, kültür ve ekonomi tarihi, aynı zamanda dönemin edebiyat tarihi hakkında da bilgi veren geniş kapsamlı bir eserdir ve İslam dünyasında bu konudaki resimli tek örnektir.”(Zeren Tanındı, İslam Tasvir Sanatında Hazreti Muhammed’in Hayatı)
Âmâ Mustafa Efendi’nin yazdığı siyer Nakkaş Hasan tarafından 6 cild olarak minyatürlenmiştir. Ne yazık ki bu muhteşem, eşsiz eseri muhafaza etmeyi başaramamışız. Birinci, ikinci ve altıncı cildler Topkapı Sarayı Müzesi’nde iken üçüncü cild New York’da, dördüncü cild Dublin’de bulunmaktadır. Beşinci cild ise kayıptır. Elimizde bulunan bu ciltlerde toplam 814 minyatür yer almakta.  Bu rakamda bize Osmanlı döneminde tasvir sanatı örneklerinde en çok minyatürü barındıran eser olduğunu gösterir.
Bu muhteşem eserin 6 farklı sanatçı tarafından minyatürlendiği tahmin ediliyor. Bunlardan ikisi Nakkaş Osman ve  Nakkaş Hasan’dır.
Siyer-i Nebi Hususiyeti ve Muhtevası
Darîr’in bir önemi haizdir. Eserden açıkça anlaşılıyor ki Mustafa Darir Efendi bu eseri Peygamber’e duyduğu büyük muhabbetin bir neticesi olarak ortaya koymuş ve insanlara da O’nun muhabbetini sevgisini yaymak, tanıtmak istiyor. Mustafa Darir Efendi kendisinden sonra gelen siyer müelliflerini tesiri altında bırakmıştır.
Siyer-i Nebi ve Vesiletü’n Necât
Mustafa Darir Efendi kendisinden sonra gelen Süleyman Çelebi’yi de etkilemiştir. Nitekim Vesilet’ün Necât ile Siyer-i Nebi metni arasında birçok yerde benzerlikler veya birebir aynı olduğu kısımları görmek mümkündür. (metnin sonuna konulan kısımlarla karşılaştırma yapabilirsiniz.) Bazı araştırmacılara göre de Darir Efendi’nin Siyer-i Nebi’si Türk Edebiyatı’nın ilk mevlid metnidir. Bu benzerliği gözler önüne sunmak için her iki metinde de Peygamber Efendimiz’in doğumunu anlatan manzum kısımları ele alabiliriz. Bu durumu Ahmet Ateş çok güzel ifade etmiştir: ”Mevlid manzumesi Darîr’de gevşek dokunmuş bir kumaşa benzediği hâlde Süleyman Çelebi’de daha sağlam, kuvvetli ve canlıdır.”( Süleyman Çelebi, Vesiletü’n Necat, s.57, haz: Ahmet Ateş, TTK)
Siyer-i Nebi henüz tamamlanamamışken Sultan 3.Murad vefat etmiştir. Ve tahta cülus eden Sultan 3.Mehmed eserin tamamlanması için gerekli bütçeyi tahsis ederek bu muhteşem eseri itmam eder.
 Siyer-i Nebi gerek yazıldığı dönemde gerekse bütün Osmanlı tarihi boyunca sürekli okunagelen eserlerin arasında hep ön sıralarda olmuştur. Üslubunun sadeliği, anlatımının güzelliği, manevi olarak insanı devr-i saadete götürmesi ile Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) hayatını öğrenmek isteyen alimiyle, cahiliyle, saraylısıyla, köylüsüyle herkesin el üstünde tuttuğu bir eser olmuştur. İnsanların gönlüne Peygamber sevdasını silinmez harflerle kazımıştır Mustafa Efendi.  Millet Kütüphanesi’nin eski müdürlerinden Melami meşayıhından Merhum Mehmed Serhan Tayşi Hocamda uzun yıllar boyunca bu eseri her sene farklı gruplarla okurlar ve herkese de tavsiye ederlerdi. Ecdadımızın vazgeçemediği yaklaşık 7 asırlık siyer kitabı maalesef bir asra yaklaşan cumhuriyet döneminde hak ettiği kıymeti görememiştir. Tekrar basılıp kütüphanelerdeki ve gönüllerdeki yerini tekrar alabilmesi için harekete geçeceklere ne mutlu! Mustafa Darir Efendi’nin ruhu tez zamanda şâd olur inşallah.
Siyer-i Nebi 
Döşedi bir bisât-ı ins Sündüs
Hevada illa kim mestur oldu

Çalabdan Cibril’e emr oldu kim tiz
Tamu kapuların yap heybetiyle

Vuhuşile duyura vir haberler
Bu gece kalmasınlar gaflet ile

Bu kez bir nur içinde gark oldum
Bürüdü beni ol nur ismet ile
Vesiletü’n-Necât
Hem hava üzere döşendi bir döşek
Adı Sündüs döşeyen onu melek

Tanrıdan Cebrail’e emr oldu onu yap
Tamu kapusun götürgil heybeti

Hem vuhuş ile duyura kıl haber
Bu gece gözden gidersin gafleti

Sonra gark oldu vücudum nur ile
Bürüdü beni o nurun ismeti
Ömer Faruk Deliktaş



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder