İLK TÜRKÇE SİYER VE İLK
MEVLİD KİTABI
Bazı eserler vardır ki onlar
milletlerin kültüdür. Yazıldıktan sonra üzerinden asırlar geçer ancak o eserler
hiç kaybolmaz ve müslüman olan herkesin hanesinde Kuran-ı Kerim ve Hadis
kitaplarından sonra yerlerini alırlar. Günümüz hanelerinden bahsetmiyorum tabi.
14. yüzyıl Erzurum’undan Mısır’a ilim
tahsiline giden Mustafa Darir Efendi zamanla burada Memluklü sarayının
hizmetine girmiştir. Darir soyadının kendisine verilmesi gözlerinin zarar görüp
âmâ kalmasından dolayıdır. O günün Mısır’ında Berkuk bin Anas hükümdardır ve Türkçe’yi
resmi dil ilan etmiş, pek çok eserin Türkçe’ye çevrilmesi için de emir
vermiştir. Peki gözleri görmeyen Mustafa Efendi bu ilim aşkıyla Erzurum’dan
kalkıp Mısır’a gittiğinde nasıl saraya girdi kendisinden dinleyelim:
“Ben fakir ve hakir, o saadetli
padişahın sohbetine söz söylemek için yol buldu. Şirin lafızlar ve zengin
kelimeler bereketiyle ona yaklaşmak hasıl oldu. Çünkü gözsüz olan âmâ bulunan
kişinin her ne kadar görüş kuvveti yoksa da hafızasının kuvveti çoktur. Sözler
gönlünde toplanır ve hafıza kuvveti söz toplamakta güçlü olur. Dariri söz
söylediği vakitte latif, renkli ve gönül yakıcı ve şirin söylerdi. Cümle halk
onun gönül alan kelimelerini dinlemeğe gönül çekerlerdi. Ben Dariri beş yıl
padişahın huzurunda her gece meclis eyledim. Padişahların tarihini padişaha
anlattım. O da bir gün bana: “Ey gözsüz, gel, bize bir Sire söyle ki onda hem
siret, hem suret bulunsun.” Dedi.
Darir Efendi aldığı emirle Ebu’l
Muhsin Bekri’nin kitabının tercümesine başlar. “Müslümanlar padişahının
huzurunda Hazreti Resul’ün ibret dolu siyerini Arapça okuyup Türkçe anlatır.”
Darir Efendi bu vesileyle ilk Türkçe
siyer kitabını 1388 yılında Memluk sultanı Berkuk’a takdim etmiştir.
Siyer-i Nebi, Yavuz Sultan Selim
Han’ın Mısır Seferi esnasında saraya getiriliyor. Ve 16. Yüzyılın sonlarında
1596 senesinde Sultan 3. Murad tarafından minyatürlenmesi için nakkaşhaneye
gönderiliyor. Yazılışından 2 asır sonra Nakkaş Hasan ve ekibi tarafından bütçesi
Hazine-i Hümayun’dan karşılanmak üzere minyatürleniyor.
“Osmanlı saray nakkaşhanesinde
resimlenen Siyer-i Nebi doğrudan Hz. Peygamber’in hayatını konu edinmekle
birlikte cahiliyye devri siyasi, kültür ve ekonomi tarihi, aynı zamanda dönemin
edebiyat tarihi hakkında da bilgi veren geniş kapsamlı bir eserdir ve İslam
dünyasında bu konudaki resimli tek örnektir.”(Zeren Tanındı, İslam Tasvir
Sanatında Hazreti Muhammed’in Hayatı)
Âmâ Mustafa Efendi’nin yazdığı siyer
Nakkaş Hasan tarafından 6 cild olarak minyatürlenmiştir. Ne yazık ki bu
muhteşem, eşsiz eseri muhafaza etmeyi başaramamışız. Birinci, ikinci ve altıncı
cildler Topkapı Sarayı Müzesi’nde iken üçüncü cild New York’da, dördüncü cild
Dublin’de bulunmaktadır. Beşinci cild ise kayıptır. Elimizde bulunan bu
ciltlerde toplam 814 minyatür yer almakta. Bu rakamda bize Osmanlı döneminde tasvir
sanatı örneklerinde en çok minyatürü barındıran eser olduğunu gösterir.
Bu muhteşem eserin 6 farklı sanatçı
tarafından minyatürlendiği tahmin ediliyor. Bunlardan ikisi Nakkaş Osman
ve Nakkaş Hasan’dır.
Siyer-i Nebi Hususiyeti ve Muhtevası
Darîr’in
bir önemi haizdir. Eserden açıkça anlaşılıyor ki Mustafa Darir Efendi bu eseri
Peygamber’e duyduğu büyük muhabbetin bir neticesi olarak ortaya koymuş ve
insanlara da O’nun muhabbetini sevgisini yaymak, tanıtmak istiyor. Mustafa
Darir Efendi kendisinden sonra gelen siyer müelliflerini tesiri altında
bırakmıştır.
Siyer-i Nebi ve Vesiletü’n Necât
Mustafa
Darir Efendi kendisinden sonra gelen Süleyman Çelebi’yi de etkilemiştir.
Nitekim Vesilet’ün Necât ile Siyer-i Nebi metni arasında birçok yerde
benzerlikler veya birebir aynı olduğu kısımları görmek mümkündür. (metnin
sonuna konulan kısımlarla karşılaştırma yapabilirsiniz.) Bazı araştırmacılara
göre de Darir Efendi’nin Siyer-i Nebi’si Türk Edebiyatı’nın ilk mevlid metnidir. Bu benzerliği
gözler önüne sunmak için her iki metinde de Peygamber Efendimiz’in doğumunu
anlatan manzum kısımları ele alabiliriz. Bu durumu Ahmet Ateş çok güzel ifade
etmiştir: ”Mevlid
manzumesi Darîr’de gevşek dokunmuş bir kumaşa benzediği hâlde Süleyman
Çelebi’de daha sağlam, kuvvetli ve canlıdır.”( Süleyman
Çelebi, Vesiletü’n Necat, s.57, haz: Ahmet Ateş, TTK)
Siyer-i
Nebi henüz tamamlanamamışken Sultan 3.Murad vefat etmiştir. Ve tahta cülus eden
Sultan 3.Mehmed eserin tamamlanması için gerekli bütçeyi tahsis ederek bu
muhteşem eseri itmam eder.
Siyer-i Nebi gerek yazıldığı dönemde gerekse
bütün Osmanlı tarihi boyunca sürekli okunagelen eserlerin arasında hep ön
sıralarda olmuştur. Üslubunun sadeliği, anlatımının güzelliği, manevi olarak
insanı devr-i saadete götürmesi ile Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) hayatını
öğrenmek isteyen alimiyle, cahiliyle, saraylısıyla, köylüsüyle herkesin el
üstünde tuttuğu bir eser olmuştur. İnsanların gönlüne Peygamber sevdasını
silinmez harflerle kazımıştır Mustafa Efendi.
Millet Kütüphanesi’nin eski müdürlerinden Melami meşayıhından Merhum
Mehmed Serhan Tayşi Hocamda uzun yıllar boyunca bu eseri her sene farklı
gruplarla okurlar ve herkese de tavsiye ederlerdi. Ecdadımızın vazgeçemediği
yaklaşık 7 asırlık siyer kitabı maalesef bir asra yaklaşan cumhuriyet döneminde
hak ettiği kıymeti görememiştir. Tekrar basılıp kütüphanelerdeki ve
gönüllerdeki yerini tekrar alabilmesi için harekete geçeceklere ne mutlu!
Mustafa Darir Efendi’nin ruhu tez zamanda şâd olur inşallah.
Siyer-i
Nebi
Döşedi bir bisât-ı ins Sündüs
Hevada illa kim mestur oldu
Çalabdan Cibril’e emr oldu kim tiz
Tamu kapuların yap heybetiyle
Vuhuşile duyura vir haberler
Bu gece kalmasınlar gaflet ile
Bu kez bir nur içinde gark oldum
Bürüdü beni ol nur ismet ile
Vesiletü’n-Necât
Hem hava üzere döşendi bir döşek
Adı Sündüs döşeyen onu melek
Tanrıdan Cebrail’e emr oldu onu yap
Tamu kapusun götürgil heybeti
Hem vuhuş ile duyura kıl haber
Bu gece gözden gidersin gafleti
Sonra gark oldu vücudum nur ile
Bürüdü
beni o nurun ismeti
Ömer Faruk Deliktaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder