13 Ocak 2016 Çarşamba


ADIM ADIM DÜNYEVİLİKTEN UZAKLAŞTIRAN BİR CAMİ

İstanbul’un sayısız nimetlerinden biri de yolda herhangi bir yerde yürürken veya herhangi bir ulaşım aracında iken bir Hoca ile karşılaşabilmek durumudur. Benim de başıma bu tür hoş tevafuklar fazlaca geliyor. Bir gece Zeytinburnu’ndan kitap tahlili için evinde toplandığımız hocamızın çeşitli nimetlerle mücehhez sofrasında midemizi sonrasında da aklımızı tefekkürümüzü canlandırıp arkadaşlarımızla müsaade isteyip gece 11’de Marmaray’a binmek için Kazlıçeşme durağına geldik. Bir de baktık ki arkamızda Prof. Dr. Hüsrev Subaşı ve Prof. Dr. Mahmut Kaya. Başımda İran’dan almış olduğum kalpağı gören Hüsrev Hoca heyecanla merhaba gençler dedi selam verdi bizlere. Sık sık bizi gözetlerken biz de bir yandan konuşmak için bahane kolluyorduk. Ve marmarayda karşılarına oturduk. İsimlerimizi okullarımızı sorduktan sonra takmış olduğum kalpakla başlayan muhabbet Kabe toprağı aziz Üsküdar’da devam etti. Hüsrev hocaya Yeni Valide Camii restorasyonu hakkında ne düşündüğünü sordum Mihrimah Camii restorasyonuna nisbeten daha güzel dedi. Sonrasındaki sorum ise camiin manasına mana katan çok değerli hat levhalarıyla alakalı idi. Ve en mühimi olan Sultan 3. Ahmed’in hattatı olduğu “Cennet annelerin ayakları altındadır” hadis-i şerifinin yazılı olduğu tablonun halen camiye asılmadığını sordum. Camiler restorasyona girdiklerinde içlerindeki hat levhaları da restorasyona tabi tutulurlar, o tablo da restoreye verilmiştir ama koskoca cami bittiği halde tablonun restorasyonunun bitmemesine imkan yok dedi. Buradan ilhamla bu yazıya niyetlendim.

Yeni Valide Cami
Bir diğer ismiyle Rabia Gülnuş Emetullah Sultan Camii. Biliyorum valide sultanın ismi neden bu kadar uzundur diye bir soru geçiyor aklınızdan. Şöyle ki 1646 senesinde Girit’in fethinde saraya getirilmek için 10 cariye alınıyor. Tabi daha bunlar 6-7 yaşlarındalar. Bu 10 kişiden dördüncü olarak saraya kaydı yapıldığı için Rabia ismi veriliyor. Gayrimüslimlerin çocukları olan bu cariyeler müslüman olur ve sarayda dini eğitime tabi tutulurlar bu sebepten de Emetullah ismi yani Allah’ın kulu ismi veriliyor. Gülnuş ismi ise yüzünün güzelliğinden dolayı bu cariyeye verilen bir isimdir. Girit’ten getirilen bu cariye Sultan 4.Mehmed’i kendine şiirler yazdıracak derecede aşık ediyor ve Sultan 2. Mustafa’nın da annesi olarak valide sultanlık makamına erişiyor. Ancak asıl mesud devrini ikinci oğlu Ahmed’in tahta çıkmasıyla yaşıyor.
Sultan 3. Ahmed, annesi adına bu camii 1711 tarihinde yapılmıştır. Mimarı konusundaki bilgiler net değildir. Cami Üsküdar’ın merkez noktasında, gürültüden kendini uzak tutan, merhale merhale bu dünyevilikten uzaklaştıran mimarisiyle abidevi bir şaheserdir. Önce dış avluya girer, ağaçlarla, mezar taşlarıyla veya muhteşem kuş camileri ile karşılaşırsınız. (Kuş camii mi olurmuş demeyin. Evvela Yeni Valide Camii’ne gelin ve kuşlar için yapılan minareli sarayı bir görün.)
 Hazirenin bulunduğu kapıdan girerseniz hazire duvarının köşesinde kırılmış ve yere atılmış güneş saatini görmeniz mümkün.
Çeşme ve sebilin bulunduğu kapıdan girildiğinde karşınıza çok güzel bir hünkar kasrı çıkacak solunuzda ise Gülnuş Emetullah Sultan’ın açık türbesi. Bu külliyenin hayranı olan Tanpınar, Beş Şehir isimli kitabına türbe için başka söze hacet bırakmayan şu cümleleri yazıyor:
“Emetullah Sultanın türbesinde insan devir denen şeyi çok iyi anlıyor. Ne XV., ne de XVI. asırlarda böyle bir türbe yapılamazdı. Bu hissîlik, ölüme sindirilen bu kadınlık ancak geleneklerin çözülmeye başladığı bir zamanda olabilirdi. Emetullah Sultan, mimarînin ve zevkin bir fantazisi ile bugün mezardan ziyade, etrafındaki yumuşak çimeni ve mevsim çiçekleri ile bir gelin yatağında, eşsiz bir zifaf odasında yatıyor.”
Balaban tarafındaki kapıdan dış avluya girdiğinizde ise altından geçtiğiniz kemerin üzerinde sıbyan mektebini göreceksiniz. Hemen sağınızda Üsküdar’da çıkabilecek yangınların söndürülmesi için yapılmış olan yangın havuzu var. Şimdi ise hanımlar için abdesthane olarak kullanılmakta.
Dış avluyu dolaştıktan sonra nice inceliklerle dolu şadırvanının da bulunduğu iç avlusuna girerek dünyadan sıyrılın. Kuşların su içmeleri için şadırvanın dört köşesine yapılan küçük mermer yalaklara dokunup, hissedebilmeyi unutmayın.
Ahmet Hamdi Tanpınar bu camii için “3.Ahmed devrinin en güzel eseri odur” der. Lale devri ki nice şaheserlerin mevcude getirildiği çok velud bir devir…
Camii, Sultan 3. Ahmed, validesi için yaptırmıştı demiştik ve sultan bununla da kalmayıp, “Cennet annelerin ayakları altındadır” hadis-i şerifini hat tablosu şeklinde yazıp camiye astırıyor. Bir anne için ne büyük bir şereftir, alemin sultanı olan evladı, annesi adına külliye yaptırmakla kalmıyor bir de camiin içerisine kendi elleriyle yazmış olduğu hat levhasını astırıyor. İşte bu hat levhası restorasyondan evvel minberin sağında ikinci katta görülebiliyordu lakin cami restorasyondan çıkalı uzunca müddet geçmesine rağmen hiçbir hat tablosunu camide görememek hele ki padişahın annesi için yazdığı ve bu camiye değer üstüne değer katan tablonun eksikliği ecdadımıza vefasızlığımızın bir numunesi olarak ortada durmakta. Camide eksik olan sadece bu hat levhaları değil elbet. 2002 yılında mihrabın solunda bulunan büyük pano içindeki 18. Yüzyıldan kalma (muhtemel ki camii ile muasır) kabe örtüsü çalınmıştı. Aradan 13 yıl geçmesine rağmen kimse üzerine düşmedi, restorasyondan evvel bir zamanlar içinde çok değerli kabe örtüsü olan pano mahzunca yerinde durmaktaydı. En azından camiye girip çıktıkça bu boş panoyu görüp Kabe örtüsünü hatırlıyor ve insanlara da anlatıyorduk. Oysa şimdi bu dahi elimizde kalmadı. Maalesef artık kimse merak etmeyecek bu boş pano da neyin nesidir diye… Unutulacak, tıpkı bütün kaybettiğimiz çaldırdığımız değerlerimiz gibi. Hayranlığımıza hayranlık katan bu kıymetli hat tablolarının yerlerine bir an evvel konulması yetkililerden talebimizdir. Ve tabiki 300 yıllık Kabe örtüsünün de bulunabilmesi için tüm çalışmalar yapılmalı.

ÖMER FARUK DELİKTAŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder