5 Aralık 2016 Pazartesi
AHMED REMZİ AKYÜREK DEDE'NİN BİR HİCVİYESİ
Bi-muhaba eyliyor erkek kadın barlarda dans
Oldu Türk milliyeti devrinde İstanbul Bizans!
Nazenin kızlar müheyya şişe şişe müskirat
Görmemiş zen-pareler mey-hareler bir böyle şans
Ankara şehrinde bir kız vakası olmuş ne var
Ermedi aklım benim bilmem niçün yazdı ajans
Halkta dıyk-ı maişet olsa da mani değil
Fırkanın erkanı mebuslar gibi almış avans
İlm ü fenne boykotaj etmiş gibi bigane halk
Kimse gitmez olsa da darü'l-fünunda konferans
BEĞENMEZSİN
Gönül Mecnun değilsin hüsn-i Leyla'yı beğenmezsin
Kime dil-dâdesin mahbub-ı zibâyı beğenmezsin
Şaşırmışsın meramın Türkçe anlatmakta yazmakta
Acep hayretteyim elfazı imlayı beğenmezsin
N'olur bir kere de âsâr-ı eslafı tetebbu et
Nasıl Türk olsun ecdadı âbâyı beğenmezsin
Dilersin aşina-yı fenn-i tarih olmayı amma
Arapça söylemiş dersin Nâima'yı beğenmezsin
Şifa bilmiş etıbba-yı ecanib işte Kânun'ı
Acemce bir eser dersin de Molla'yı beğenmezsin
Akar ağzın suyu SU naatını görsen Fuzuli'nin
Sana biganedir vezniyle manayı beğenmezsin
Yine hep ihtiramkarane tabirata dikkkatle
Efendim bendeniz dersin de paşayı beğenmezsin
Güzeldir Avrupa tahsilin amma Türk idin n'oldun
Gelirsin ecnebi bir kızla Fatma'yı beğenmezsin
Layıksın anladık, lakin sana mescidde yer yok mu?
Hele havraya girmezsin, kilisâyı beğenmezsin
Yeter ey hame Remz-i bi-muhâbâ laf-ı bi-mana
Ki sen de yazdığın eş'ârı inşayı beğenmezsin.
AHMED REMZİ AKYÜREK DEDE
29 Kasım 2016 Salı
Üsküdar'da bulunan Rum Mehmed Paşa Camii Üsküdar'ın en eski camilerindendir. Rum Mehmed Paşa, Fatih'in sadrazamlığını yapmış ancak sonrasında başı kesilerek katledilmiştir. Katledilmesinin iki sebebi olduğu mervidir. Birincisi Karaman fethinde halka çok zulmettiği insanları katlettiği yönünde iken öteki ise Üsküdar'da yaptırmış olduğu camiin kiliseye benzediği yönüyle katledilmiş olduğu söylenmektedir. Paşanın türbesi camiin kıble istikametindedir. Ancak burası haziresinde bulundurduğu Fatih Devri mihraplı mezar taşları ile eşsiz bir mekandır. Anadolu yakasında Fatih Devri mezar taşlarının bulunduğu tek noktadır. Sayıları günümüzde çok azalmış olan bu mezar taşlarından Rum Mehmed Paşa haziresinde ayak taşlarını da ayrı bir taş olarak kabul edersek toplam 6 taş bulunmaktadır. Bunlar bir hazine değerinde olup iyi muhafaza edilmeleri elzemdir. Paşanın türbesi harap bir vaziyettedir.Bir an evvel restoreye alınmalıdır.
13 Ocak 2016 Çarşamba
TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE TÜRK DÜŞÜNCESİ
15
Aralık’ta 29 Mayıs Üniversitesi çok kıymetli bir panele ev sahipliği
yaptı. Panelin onur konuğu Prof. Dr.
Süleyman Hayri Bolay’dı. Panelin konusu ise hocanın hazırlamış olduğu ve
alanında kapsamlı ilk eser olmasıyla da ufuk açıcı bir niteliğe sahip olan
Tanzimattan Günümüze Türk Düşünürleri isimli 7 cildli, 8 kitaptan oluşan eserdi.
Bu eser Süleyman Hoca’nın bu gök kubbede bırakmayı istediği en büyük sadalardan
belki de en önemlisiydi. Maalesef bu önemli buluşmaya çok az insan iştirak
etti.
Bizler
uzun yıllardır kendimizi “düşünemeyen” “felsefe nedir bilmez anlamaz” insanlar
olarak gördük. Ve Batı karşısında kendimizi alçalttıkça alçattık. Halbuki kafamızı
kaldırıp geriye doğru bir nazar attığımızda altından kulelerle karşılacağımızın
farkında değiliz. İşte bu eser de sadece Tanzimat’tan günümüze kadar olan fikir
adamlarımızı ve fikirlerini göstermek, tanıtmak, anlatmak için yazılmış. Bu
kısa dönem dahi 5000 sayfayı aşmaktadır.
1937
senesinde Konya’da doğan Süleyman Hayri Bolay, bu eserin sunuş kısmında bu
eserle hedeflediklerini belirtmiştir: “ Tanzimat'tan günümüze gelen ve gelişen
düşünce hayatımızı, düşünürlerimizin neler düşündüklerini yeni nesillerle
tanıştırmak, onların tefekkür kabiliyetlerini tahrik etmek, onların Batı
düşüncesi karşısında eziklik duymalarını önlemek, babalarının, dedelerinin
yahut yakın ve uzak akrabalarının neler düşündüklerini, hangi sorunlarla
boğuştuklarını, onlara nasıl çözümler getirdiklerini, hangilerini çözemeyip
bize aktardıklarını sergilemek…"
Eser,
“Türkçe ile felsefe yapılamaz, bizde filozof yetişmedi, yetişemez” gibi gerçeği
yansıtmayan fakat tesiri altında bırakıldığımız iddiaları da reddediyor.
Süleyman Hayri Bolay hocanın kitabına dercettiği şu sözleri kitabın
zamanımızdaki çok mühim problemlere cevaplar verebilecek nitelikte olduğunu
göstermekte.
“Eskiden de büyük filozoflar yetiştirmiş bir
ulusuz biz. Türk düşünürlerin katkısı olmasaydı Avrupa Rönesans'a ulaşamazdı.
Descardest'tan yüzyıllar önce Gazâlî'miz vardı bizim. Nicolai Hartman'dan daha
mı az Fârâbî'miz. Husserle'den neyi eksik Sühreverdî'nin. Mevlânâ'nın,
Yûnus'un, Pir Sultan Abdal'ın günümüzdeki o ünlü varoluşçulardan nesi daha
aşağı. Şimdi kalkıp da “Biz filozof olamayız” diye kestirip atmak son derece
yanlış olur.”
Nobel
yayınlarından çıkan eserin cilt cilt dağılımları şöyle:
1-2 Siyasi, idari ve sosyal düşünce temsilcileri.
3-4 A, 4 B. Bilimsel ve felsefi düşünce temsilcileri.
5. Ahlakî ve edebî düşünce temsilcileri.
6. Dînî ve tasavvufî düşünce temsilcileri.
7. Türk dünyası düşünür temsilcileri.
1-2 Siyasi, idari ve sosyal düşünce temsilcileri.
3-4 A, 4 B. Bilimsel ve felsefi düşünce temsilcileri.
5. Ahlakî ve edebî düşünce temsilcileri.
6. Dînî ve tasavvufî düşünce temsilcileri.
7. Türk dünyası düşünür temsilcileri.
Panelin onur
konuğunu yalnız bırakmayan ve bu devasa eserde maddeleri bulunan hocalarımız:
Prof. Dr. Bedri Gencer, Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç, Doç. Dr. Suat Mertoğlu ve
Senail Özkan. Paneli Suat Mertoğlu hoca yönetti.
İlk konuşmacı olarak Alparslan Açıkgenç hoca, kitapta takip
edilen isimlerin kronolojik olarak yayınlandığını, bu izlenen kronolojik
sıralamada kimin kimi takip edip fikirlerinden nasıl etkilendiğini anlamanın da
kolaylıkla mümkün olduğunu ifade etti. Sınıflandırma olarak ise siyasi, idari ve
sosyal düşünürler olarak sınıflandırma yapılmış bu çalışmada. Kriter ise o
düşünür ağırlıklı olarak hangi konular üzerinde durdu ise kişi ona göre
kategoriye dahil edilmiştir. Osmanlı toprakları dışında yaşayan düşünürlerin de
unutulmayıp kendilerine bu eserin son cildi ayrıldığını ifade eden Alparslan
hoca konuşmasını bir özeleştiri ile nihayetlendirdi: “Çalışmada birçok aksaklıklar
da meydana geldi. Sipariş verilen kişiler yazılarını yetiştiremediler o
sebepten bazı düşünürlerimiz eksik kaldı. İnşallah ikinci baskıya eksikler
tamamlanacak.”
İkinci konuşmacı Senail Özkan hoca düşünce olmadan
hiçbirşeyin de gelişemediğini söyleyip Avrupalı düşünürlerden örnekler sundu.
Hepimizin dikkatini celbeden şu cümlesi ise herşeyi özetlemekte: “Bu eser çölde
açmış bir kızıl gül gibi ama bir gül ile bahar gelmiyor, çalışmaların çok daha
fazla artması lazım. Felsefe eserlerinin
yazılması gerek. Ama yazılacak bu eserlerin Türkçe ile kucaklaşması
gerekiyor. Maalesef okuduğumuz felsefi eserlerde kullanılan kavramların hepsi
batıdan çıkmış kavramlar. Türkiye’de yeniden tefekkür pınarını canlandırmamız
lazım.”
Üçüncü
olarak söz hakkı Bedri Gencer hocamızda
idi. Eserin önemini anlamanın yolu mevzuun önemini anlamaktan geçer diyerek
bizlere kısaca tanzimattan günümüze felsefenin yolunu anlattı. Türk düşüncesi
tabirinin 20. Yüzyılda çıkmış olduğunu ve geleneksek dilde bir karşılığı
olmadığını söyledi. Sonrasında Türk düşüncesinin iki temsilcisini örnek verdi:
“Türk düşüncesi algısı çıktıktan sonra Mahmut Esat Bozkurt ideolojik olarak Türk
düşüncesinin temsilcisidir, Ziya Gökalp ise sosyolojik olarak Türk düşüncesinin
bir temsilcisidir.”
Türkiye’de kültür
alanında birçok isim varken maalesef siyasi saiklerle Mehmet Akif, Bediüzzaman
gibi şahsiyetlerin etrafında sürekli sempozyumlar düzenlendiğini ifade eden
Bedri Gencer, bu kişilerle kıyas dahi edilmeyecek derece de büyük insanlar
yetiştirmiştir bu ülke” diyerek yetiştirdiğimiz nice cevherleri tanımadığımızı
üzerinde durarak açıkladı.
Söz konusu eser
hakkında ise “bu eser Türk düşüncesinin tek kelimeyle portresini ortaya koymak
açısından önemli. Portre dediğim sadece damarları göstermesi açısından önemlidir.”
Bedri Gencer hoca da
sözlerini dikkat çekici bir cümle ile tamamlıyor “Bu eserler Türk düşünürleri
ne düşünür sorusunun cevabıdır, ama nasıl düşünür sorusuna cevap değildir.”
Eserin önemini
anlamanın yolu mevzuun önemini anlamaktan geçer. Türk düşüncesi tabiri 20.
Yüzyılla çıkmış bir şey öncesinde böyle bir şey yoktur. Türk le başlayan
tabirlerin geleneksel dilde karşılığı yoktur. Kültür kavramının da geleneksel
dilde de bir karşılığı yoktur. Düşüncenin geleneksel karşılığı fıkıhtır. Mahmud
esat bozkurt ideolojik olarak türk düşüncesinin örneği. Ziya Gökalp ise
sosyolojik olarak Türk düşüncesinin bir örneğidir. 1940 50 lere kadar bile
büyük düşünürler çıkmıştır bu ülkede. Türkiyede kültür alanında birçok isim
varken maalesef siyasi saiklerle Mehmet akif bediüzzaman gibi şahsiyetler
etrafında sürekli sempozyumlar düzenlenmekte. Oysa bunlarla kıyas dahi
edilmeyecek derece de büyük insanlar yetiştişmiştir bu ülkede.
bu eserdeki eksiklik
hocama ait değil kültür ortamı eksikliğidir. Bu eser türk düşüncesinin tek
kelimeyle portresini ortaya koymak açısından önemli. Portre dediğim sadece
damarları göstermesi açısından önemli ama burada eksik olan bir şey esasa
ilişkin önemlidir.
Öncelikle bizim Türk
düşünce tarihi ile ilgil bir usul ortaya koymamız lazım. Usul olmadan vusul de
olmaz.
Bu eserler Türk
düşünürleri ne düşünür sorusunun cevabıdır ama nasıl düşünür sorusuna cevap
değildir.
SÜLEYMAN
HAYRİ BOLAY
İçerisinde farklı
milletlerden insanları da aldık. Mehmed Akif Arnavut , bediüzzaman kürt,
ohannes paşa ermeni, tekin alp , Yahudi. Bu gibi insanları da aldık çünkü
bunların milliyetleri başka olsa da eserlerini Türkçe yazmışlardır. Bu
kişilerin üst kimlikleri Türk’tür. Türk
gibi yaşamışlar ve
Cemil meriç tanzimatı
dahi bilmiyor. Vurucu bir cümlesi var gerisi ansiklopedik bilgi. Tanzimatı
zerre kadar anlamamış. Bu kitaptaki maksadımız aklımızı kiradan kurtarmak. Biz
aklımızı Avrupa’ya verdik sen bizim yerimize düşün diye. Ama artık onu almanın
vakti çoktan geldi. Kimse bizim yerimize düşünemez. Osmanlıya yönelmek lazım .
Osmanlıda çok şey var benim gibi 10 kişi 100 sene çalışsa yine Osmanlı
düşüncesini tamamıyla bitiremez. Burada bizim hedefimiz bir düşünce geleneğimiz
olduğunu ortaya koymaktır. Hilmi Yavuz bir yazı yazıyor bizim felsefe
geleneğimiz yok. Yahu sen neyi tetkik ediyorsun Osmanlıca mı biliyorsun da
felsefemiz yok diyorsun. Benim yazdığım felsefeye giriş kitabı yazılmış
hepsinden farklıdır. Felsefe bir kere soyut kavramlar bütünüdür insanın aklı
okuyunca hemen şişer diye ben her bölümün sonuna o düşünceyle alakalı fıkralar
ekledim. Yazdığım felsefe kitaplarına Yunus Emre’den Hacı Bektaş’tan metinler
aldım ki bu alanda bizlerde varız okuyanlar bilsinler. Osmanlı türk düşüncesini
anlayabilmek için şiire musikiye edebiyatıda ilgi göstermek gerekmektedir. Hilmi ziya ülken kitabının son bölümünde
soruyor Türk Düşüncesi nereye gidiyor diye bende bu kitabımda cevap verdim
hocama cevap diye son cilde yazdım Türk düşüncesi tabii mecrasına gidiyor. Ve
oradaki cevherleri yakın zamanda keşfedecek inşallah bu eser de bu yönde bir
adımdır.
ADIM ADIM DÜNYEVİLİKTEN
UZAKLAŞTIRAN BİR CAMİ
İstanbul’un
sayısız nimetlerinden biri de yolda herhangi bir yerde yürürken veya herhangi
bir ulaşım aracında iken bir Hoca ile karşılaşabilmek durumudur. Benim de
başıma bu tür hoş tevafuklar fazlaca geliyor. Bir gece Zeytinburnu’ndan kitap
tahlili için evinde toplandığımız hocamızın çeşitli nimetlerle mücehhez
sofrasında midemizi sonrasında da aklımızı tefekkürümüzü canlandırıp
arkadaşlarımızla müsaade isteyip gece 11’de Marmaray’a binmek için Kazlıçeşme
durağına geldik. Bir de baktık ki arkamızda Prof. Dr. Hüsrev Subaşı ve Prof.
Dr. Mahmut Kaya. Başımda İran’dan almış olduğum kalpağı gören Hüsrev Hoca
heyecanla merhaba gençler dedi selam verdi bizlere. Sık sık bizi gözetlerken
biz de bir yandan konuşmak için bahane kolluyorduk. Ve marmarayda karşılarına
oturduk. İsimlerimizi okullarımızı sorduktan sonra takmış olduğum kalpakla
başlayan muhabbet Kabe toprağı aziz Üsküdar’da devam etti. Hüsrev hocaya Yeni
Valide Camii restorasyonu hakkında ne düşündüğünü sordum Mihrimah Camii
restorasyonuna nisbeten daha güzel dedi. Sonrasındaki sorum ise camiin manasına
mana katan çok değerli hat levhalarıyla alakalı idi. Ve en mühimi olan Sultan
3. Ahmed’in hattatı olduğu “Cennet annelerin ayakları altındadır” hadis-i
şerifinin yazılı olduğu tablonun halen camiye asılmadığını sordum. Camiler
restorasyona girdiklerinde içlerindeki hat levhaları da restorasyona tabi
tutulurlar, o tablo da restoreye verilmiştir ama koskoca cami bittiği halde
tablonun restorasyonunun bitmemesine imkan yok dedi. Buradan ilhamla bu yazıya
niyetlendim.
Yeni Valide Cami
Bir
diğer ismiyle Rabia Gülnuş Emetullah Sultan Camii. Biliyorum valide sultanın
ismi neden bu kadar uzundur diye bir soru geçiyor aklınızdan. Şöyle ki 1646
senesinde Girit’in fethinde saraya getirilmek için 10 cariye alınıyor. Tabi
daha bunlar 6-7 yaşlarındalar. Bu 10 kişiden dördüncü olarak saraya kaydı
yapıldığı için Rabia ismi veriliyor. Gayrimüslimlerin çocukları olan bu
cariyeler müslüman olur ve sarayda dini eğitime tabi tutulurlar bu sebepten de
Emetullah ismi yani Allah’ın kulu ismi veriliyor. Gülnuş ismi ise yüzünün
güzelliğinden dolayı bu cariyeye verilen bir isimdir. Girit’ten getirilen bu
cariye Sultan 4.Mehmed’i kendine şiirler yazdıracak derecede aşık ediyor ve
Sultan 2. Mustafa’nın da annesi olarak valide sultanlık makamına erişiyor. Ancak
asıl mesud devrini ikinci oğlu Ahmed’in tahta çıkmasıyla yaşıyor.

Hazirenin bulunduğu kapıdan girerseniz hazire
duvarının köşesinde kırılmış ve yere atılmış güneş saatini görmeniz mümkün.
Çeşme
ve sebilin bulunduğu kapıdan girildiğinde karşınıza çok güzel bir hünkar kasrı
çıkacak solunuzda ise Gülnuş Emetullah Sultan’ın açık türbesi. Bu külliyenin
hayranı olan Tanpınar, Beş Şehir isimli kitabına türbe için başka söze hacet
bırakmayan şu cümleleri yazıyor:
“Emetullah
Sultanın türbesinde insan devir denen şeyi çok iyi anlıyor. Ne XV., ne de XVI.
asırlarda böyle bir türbe yapılamazdı. Bu hissîlik, ölüme sindirilen bu
kadınlık ancak geleneklerin çözülmeye başladığı bir zamanda olabilirdi.
Emetullah Sultan, mimarînin ve zevkin bir fantazisi ile bugün mezardan ziyade,
etrafındaki yumuşak çimeni ve mevsim çiçekleri ile bir gelin yatağında, eşsiz
bir zifaf odasında yatıyor.”
Balaban
tarafındaki kapıdan dış avluya girdiğinizde ise altından geçtiğiniz kemerin
üzerinde sıbyan mektebini göreceksiniz. Hemen sağınızda Üsküdar’da çıkabilecek
yangınların söndürülmesi için yapılmış olan yangın havuzu var. Şimdi ise
hanımlar için abdesthane olarak kullanılmakta.
Dış
avluyu dolaştıktan sonra nice inceliklerle dolu şadırvanının da bulunduğu iç
avlusuna girerek dünyadan sıyrılın. Kuşların su içmeleri için şadırvanın dört
köşesine yapılan küçük mermer yalaklara dokunup, hissedebilmeyi unutmayın.
Ahmet
Hamdi Tanpınar bu camii için “3.Ahmed devrinin en güzel eseri odur” der. Lale
devri ki nice şaheserlerin mevcude getirildiği çok velud bir devir…

ÖMER FARUK DELİKTAŞ
OSMANLI
BÜROKRASİSİ VE MODERNLEŞME
ÖMER
FARUK DELİKTAŞ
Osmanlı Devleti’nin klasik diye
tabir edilen dönemlerinde kendine has diyebileceğimiz bir yönetim/idari şekli
mevcuttur. Fatih’ten itibaren süregelen bu sistematik döngünün çarklarının
kesin bir şekilde Sultan 3. Selim zamanında işlemediğinin farkına varılmıştır.
Bu dönemde Osmanlı’nın “Avrupalı ülkelerin gerisinde kaldığı resmen itiraf
edilmiştir.”[1]
Bu durumu yenebilmek için Avrupa’yı takip edebilmek maksadıyla ilk daimi
elçilikler de yine bu dönemde açılmıştır. Askeri alanda ilk önemli reformlar bu
devirlerde gerçekleştirilmiştir. Osmanlı Devleti giriştiği reform sürecinde
batıyı taklit etmiş oradaki kurumları kendisine uygulamıştır. Değerlendirme
yazısının ana kitabı olan Ali Akyıldız’ın kitabında da 18. Yüzyıldan 21.
Yüzyıla reformun çeşitli alanlardan örneklerle nasıl gerçekleştirildiğinin
sunumu yapılmıştır.
Prof. Dr. Ali Akyıldız’ın Osmanlı Bürokrasisi Ve
Modernleşme isimli eseri ilk olarak 2004 yılında basılmış, 5. Baskısı da 2015
senesinde İletişim Yayınları tarafından yapılmıştır. 252 sayfadan müteşekkil
olan kitap 9 bölümden oluşmaktadır. Kitap, Akyıldız’ın doktora tezi olarak
hazırlamış olduğu “Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform” (1993)
isimli eserden sonra Osmanlı idari tarihiyle ilgili yaptığı çalışmaların bir
meyvesi olarak ortaya çıkmıştır. Kitapta ki 9 ayrı bölüm, 9 ayrı makaleden oluşmakta.
Eser 19. Yüzyıl Osmanlı bürokratik reformlarıyla alakalı olan ve konu bütünlüğü
oluşturan makaleler bir araya getirilerek oluşturulmuş. Kitapta ikinci bölümü
teşkil eden “Osmanlı’da İdari Sorumluluğun Paylaşım ve Meşruiyet Zemini Olarak
Meclis-i Meşveret” başlıklı makale ilk defa yayınlanmakta, onun haricinde kalan
makalelerde daha evvel çeşitli yerlerde yayınlanmış. Kitap yorum ağırlıklı olan
birinci bölümün dışında tamamıyla ilk elden kaynaklara dayanılarak hazırlanmış.
Arşiv vesikaları, ikinci elden kaynaklar, kamuoyunun görüşlerini yansıtan basın
ve dönemle ilgili yapılmış monogrofilerle desteklenerek mukayeseli bir şekilde
kullanılmıştır.’[2]
Eser, birincil kaynaklar kullanılarak hazırlanmış ve
belgelere dayalı bir metin olduğu için Kısaltmalar bölümü kaçınılmaz olarak
eklenmiş. Ardından Ali Akyıldız’ın Önsöz’ü yer almakta. Peşinden de dokuz
bölümden oluşan kitabın ilk bölümü başlıyor. 9 makaleninde nihayete erdiği
noktadan sonra Ekler bölümü ile makalede mevzubahs edilen evrakın orijinal
metinleri yayınlanmış. Ardından Kaynakça bölümü gelmektedir. Bu kısımda da
kaynakçanın tasnifi gayet güzel ve muntazam bir şekilde yapılmış. Kaynakça dört
kısma ayrılmış Arşiv Kaynakları, Kaynak
Eserler ve İncelemeler, Salnameler, Gazeteler. Ve Dizin kısmıyla kitap hitama
erdirilmiş.
Birinci bölümün başlığı “Osmanlı Devleti’nde
Bürokratik Yenileşmeyi Zorunlu Kılan Nedenler”dir. Bu bölümde genel manada
söylersek kendini yenileyen Avrupa’nın karşısındaki Osmanlı’dan
bahsedilmektedir. Yukarıda da bahsedildiği gibi bu bölüm yorum ağırlıklıdır. Müellif bu bölümde “Reformlar bir ihtiyaçtan
mı doğmuştu?” sorusunun cevabını bulmaya çalışmaktadır. Ali Akyıldız’ın da
iktibaslar yapmış olduğu Bernard Lewis, Tanzimat’ı değerlendirirken bu durumu
şu şekilde ifade etmektedir: “On dokuzuncu ve yirminci yüzyıl dünyasında,
Türkiye ya modernleşmek, ya da mahvolmak durumundaydı; Tanzimatçılar da, bütün
başarısızlıklarıyla birlikte, daha sonra yapılacak olan daha köklü modernleşme
için zorunlu temeli kurdular.”[3]
Yazar, Osmanlıların uzun süre yeniliklere şüpheli
baktıklarını, geleneksel toplumların
karakteristik bir özelliği olarak, selefin üstünlüğü ve mazinin daha iyi olduğu
düşüncesine kapıldıklarını ve kendileri açısından en yüksek potansiyeli taşıyan
Kanuni dönemi değerlerine, müesseselerine dönmeyi amaç edindiklerini
söylemektedir. Osmanlı’yı yenilikten uzak düşüren ve maddi zararlara uğratan
durumlara da örnekler verilmiştir. Bunların birincisi Coğrafi keşiflerin
neticesinde Avrupa’ya akan madenler ve kaynaklardır. Coğrafi keşiflerin
Osmanlı’ya olan menfi tesirlerini dokuz maddede sıralamıştır. Müellif,
Reformları zorunlu kılan nedenlerden en önemlisi olarak askeriyeyi ele
almıştır. Yenileşmenin ilk olarak askeriye de başlamasının sebebi olarak da
önceden müttefik Avrupa güçlerini yenebilen Osmanlı ordusunun artık o
ittifaktan tek bir devlete karşı dahi mağlup olmasını sebep olarak
göstermiştir. Sonuç olarak Osmanlı Devleti’nin yaptığı reformların kendi iç
dinamiklerinin bir ürünü olduğunu ve yapılan reformlar üzerindeki tartışmaların
devam edeceğini vurgulayarak bölümü bitirmiştir.
İkinci bölümün başlığı “Osmanlı’da İdari
Sorumluluğun Paylaşımı ve Meşruiyet Zemini Olarak Meclis-i Meşveret”tir.
Meşveret meclisi özellikle Sultan 1.Abdülhamid ve Sultan 3.Selim dönemlerinde
daha fazla ön plana çıkmıştır. Daha sık toplanmasının ve ön planda olmasının
sebebi olarak da Ali Akyıldız “devletin varlığını tehdit eden buhranların sebep
olduğu siyasi kargaşa ve sorunların çözümünde karar ve sorumluluğu yaymak,
paylaşmak ve geniş bir mutabakata dayandırarak alınan kararı halkın gözünde
meşrulaştırmak” şeklinde tevil etmektedir. Bu toplantılar padişahın, padişah
katılmadığında ise sadrazamın başkanlığında yapılırdı. Meclis, belge ve
metinlerde meşveret-i hassa, meclis-i has, meşveret-i havass, meclis-i şura,
meclis-i müşavere, encümen-i meşveret, meclis-i hassü’l has ve meclis-i umumi
isimleriyle anılmaktadır. Bu da bize meclisin çok çeşitli statülerde
toplandığını göstermektedir. Müellif, kitabın Ek bölümünde, 221. Sayfada meclis-i
meşveret mazbatası arşiv vesikasını yayınlamıştır.
Üçüncü bölümün ana başlığı “Osmanlı Merkez ve Taşra
Teşkilatlarının Yeniden Yapılanma Süreci (1836-1856)” şeklindedir. Bürokratik
işlemlerin daha düzenli ve hızlı yapılabilmesi için Mustafa Reşid Paşa’nın
girişimleriyle hazine-i evrak adlı modern bir arşive de dikkat çekmiştir. Müellif,
makalenin merkez teşkilatında reform isimli kısımda sadaret ve ona bağlı
kalemleri izah ederek Sultan 2.Mahmud’un bürokraside yaptığı değişikliklerine
değinmiştir. Ayrıca bürokratik işlemlerin daha düzenli ve hızlı yapılabilmesi
için Mustafa Reşid Paşa’nın girişimleriyle hazine-i evrak adlı modern bir
arşive de dikkat çekmiştir. Sultan 2. Mahmud, suiistimalleri önlemek maksadıyla
nişan nizamnamesi de hazırlamıştır. Yazar, 1826’da yeniçeriliğin ilga
edilmesini reformların önündeki en büyük muhalif gücü kaldırmak olarak
yorumlamıştır.[4]
Dördüncü bölümün başlığı “Padişahın Otoritesinin
Tartışmaya Açılması: Sened-i İttifak”tır. Bu bölümde Akyıldız, tarihimize mühim
bir not düşmüştür. Sened-i İttifak’ın bu zamana kadar yayınlanan, kullanılan
metinlerinin umumiyetle Ahmet Cevdet Paşa’nın nakletmiş olduğu metin olduğunu ancak
bu metnin eksik olup bazı yanlışları da içerdiğinin altını çizmiştir.[5] Bu
nakil baz alınarak latin harflerine çevirisini yapan Server Tanilli’nin Tarih-i
Cevdet’teki ilgili bölümün pek çok yerini eksik veya yanlış okuduğunu
belirtmektedir. Makalenin sonunda Şanizade Ataullah Efendi’nin kitabına
dercetmiş olduğu Sened-i ittifak metni yayınlanmış, bununla beraber hem Ahmet
Cevdet Paşa’nın hem de Server Tanilli’nin sened-i ittifak metinleri dipnotlar
ile aralarındaki eksiklik ve farklılıklar gösterilmiştir.
Beşinci bölümün başlığı “Tanzimat Döneminde
Belgelerin Şekil, Dil ve Muhteva Yönünden Geçirdiği Bazı Değişiklikler”dir. Bu
inceleme sadece 1839-1856 tarihleri arasını şümulüne almaktadır. Yapılan
reformlar neticesinde söz konusu yeni birimlerde üretilen belgelerde şekil, dil
ve muhteva yönünden meydana gelen değişikliklerle belgelerin daireler arsındaki
sirkülasyonu araştırma konusu edilmiştir. Bu makalede arşiv belgeleri ve devrin
gazeteleri dahil edilerek resmi belgelerde rika yazı hattına geçiş ve belgelere
tarih koyma yenilikleri bahis konusu edilmiştir.
Altıncı bölüm
“Padişah
İradelerinin Üzerinde Bulunan Bazı Rumuzlar ve Diplomatik Hususiyetleri”
başlığı şeklindedir. Tanzimat fermanı ile ıslahat fermanı arasındaki dönemde
belgelerde rumuz kullanılmaya başlanmasındaki maksad “belgelerin muamele
esnasında gerek kayıtlarına müracaat gerekse çeşitli açıklamalar için
katiplerin diğer bürolara sordukları sorular ve açıklamaların belgelerin
arkalarında fazla kalabalık yazı yaratmaksızın kısaltılarak gösterilmesiydi.”[6] Bu
rumuzların oluşturulmasında kelimelerin baş harfleri kullanılmıştır. Bu
makalede mühim bir soruna da yer vermiştir Akyıldız, maalesef bazı harflerin
hangi kelimeye delalet ettiğine dair elimizde belge bulunmadığını söyleyerek
netice kısmında “gerek iradelerin gerekse diğer evrakın arkalarında
rastladığımız rumuzların deşifre edilmesi, hem Osmanlı diplomatiği hem de
bürokrasisinde yürütülen muamelelerin seyrinin tespiti açısından son derece
önemlidir.”[7]
Kitapta yer alan makalelerde kullanılan arşiv malzemelerinin bolluğunu bu
makalede bariz bir şekilde görebilmek mümkün. 23 sayfa hacminde olan makalede
126 dipnot mevcuttur.
Yedinci bölüm “Osmanlı Hazine-i Evrakının Kurulması
ve İlk Tasnif Usulleri (1846-1856)” Bu bölümde hazine-i evrakın kuruluş
serüveni ele alınmaktadır. Yazara göre arşivcilik tarihimizin en önemli adımı
Hazine-i evrakın 1846’da kurulmasıdır. Hazine-i evrakın kurulmasına Avrupa’daki
pek çok müesseseyi görüp kendi ülkesinde uygulamak isteyen Mustafa Reşid paşa
önayak olmuştur. Bu vesileyle parça parça halinde olan ve kimi mahzenlerde kimi
saray köşelerinde saklanmaya çalışan kıymetli arşiv tek bir yerde toplanılmaya
çalışılmıştır. Akyıldız bu makalede de tamamıyla birinci elden kaynakları kullanmış.
Sekizinci bölüm “2. Abdülhamid’in Çalışma Sistemi
Yönetim ve Babıali’yle İlişkileri” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde saray ve
Babıali’nin rekabetinin kökenlerine değinmiş sonrasında da bu rekabetin Sultan
2. Abdülhamid zamanında sarayın galibiyetiyle nihayet bulduğu anlatılmıştır.
Yeni bir reform olarak Sultan 2.Abdülhamid’in mabeyn şifre katipliği bölümü
kurduğundan vesikalarla bahsedilmiştir. Sultan 2.Abdülhamid’in günlük çalışma
sistemine de bu yazı içerisinde değinilmiştir. Sultan 2. Abdülhamid’e dair
yapılan anlatımlarda döneminde yaşayan yakın zevatın hatıratlarına
başvurulmuştur.
Dokuzuncu ve son bölümümüze geldiğimizde ise
muhtarlık teşkilatı ile alakalı bir makale bizi karşılamakta. Makalenin başlığı
“Türkiye’de Muhtarlık Teşkilatının Kuruluşu ve Gelişimine Genel Bir Bakış” 2.
Mahmud muhtarlık teşkilatını ilk olarak 1829 senesinde bilad-ı selase için
uygulamıştır. Maksadı ise İstanbul’a olan göçü kontrol etmek ve mahallelere
giriş çıkışları denetim altına alarak emniyeti sağlamaktır. Muhtar kelimesi
lügat manasıyla seçilen kişi demek olsa da ilk muhtarlar atama yolu ile
gelmişlerdir. İstanbul dışında ilk muhtarlık da 1833 senesinde Kastamonu’da
kurulmuştur. Muhtarlığın cumhuriyete kadar uzanan tarihi seyrini kaleme almış
olan Akyıldız, eserini sonuç bölümüyle nihayete erdirmiştir.
Yazar, sonuç bölümünde tanzimat dönemi
monografilerinin hazırlanması gerektiğinin altını çizmiştir. Ve Tanzimat
döneminin Cumhuriyet’in altyapısını oluşturduğu kanaatiyle kitap son
bulmaktadır.
Netice itibarıyla Osmanlı
Bürokrasisinde Modernleşme kitabı alanındaki mühim bir boşluğu doldurmakla
birlikte sadece bir mukaddime hüviyetindedir. Dokuz ayrı makalenin her biri de
o alanla ilgili kapı eşiği niteliğinde ve çok kıymetli, arşive dayalı
araştırmalardır. Ancak arşiv endeksli malzeme kullanması kitabı anlaşılmaz
kılmamış. Üslubu ve dili itibarıyla kitabın hitap ettiği kesimin yelpazesi
geniştir.
KAYNAKÇA
1-
Akyıldız, Ali, Osmanlı
Bürokrasisinde Modernleşme, İletişim Yayınları, (İstanbul 2015)
2-
Ersoy, Hamit, Osmanlı, c.6, Yeni
Türkiye Yayınları, (Ankara 1999)
3-
Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin
Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, (Ankara 1996)
[1] Hamit
Ersoy, Osmanlı, c.6, s.269, Yeni Türkiye Yayınları, (Ankara 1999)
[2] Ali
Akyıldız, Osmanlı Bürokrasisinde Modernleşme, s.12, İletişim Yayınları,
(İstanbul 2015)
[3] Bernard
Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, s,78, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara 1996
[4] Ali
Akyıldız, s.54
[5] A.g.e,
s.90
[6] A.g.e,
s.119
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)