HÜVE’L BAKİ KİTAP DEĞERLENDİRMESİ
Hans
Peter Laqueur, Hüve’l Baki, İstanbul’da
Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları, Çev.Selahattin Dilidüzgün, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, 289 sayfa, 1996.
Ömer
Faruk Deliktaş, 29 Mayıs Üniversitesi, Tarih 1.Sınıf Öğrencisi
Kitap,
Osmanische
Friedhöfe und Grabsteine in Istanbul ismiyle 1993 senesinde Almanya’da Almanca
olarak yayınlanmıştır.
Kitabın
ana konusu Osmanlı mezarlıkları ve mezar taşları genelinde, İstanbul’da bulunan
mezarlıkları ve mezar taşı çeşitlerini incelemektedir. Bu incelemelerde resim
materyalini de kullanmış ve bu resimleri toplu bir şekilde kitabın son kısmına
eklemiştir.
Hüve’l
Baki isimli bu eser alanında yapılmış ilk akademik kitap çalışmasıdır. Her biri
birer tarih hazinesi olan mezar taşlarını baz alarak 1993 senesi böyle bir
çalışmanın yapılması, çeşitli mezarlıklardan bazı mezar taşlarının resimlerinin
çekilip o mezarlıkla ilgili bilgiler sunması çok önemlidir. Çünkü kitabın
yazıldığı zaman var olan fakat günümüze ulaşamayan birçok mezarlık ve mezar
taşları vardır.
Evvela Hüve’l Baki ne demektir onu açıklayalım. Maalesef
kitapta ne demek olduğu üzerinde hiçbir bahis açılmamış. Hu kelimesi, Türkçede ‘O’
manasına gelmektedir.
“Sufilere göre zikrin en faziletlisi Allah’ı bir şey
isteme anlamı taşımayan bir ifadeyle anmaktır. Bundan dolayı talep mânası
taşımayan ve Allah’ın zâtî ismi olan hû en faziletli zikir telakki edilmiştir.
Hz. Ali’nin çok defa “yâ hû, yâ men hû, lâ ilâhe illâ hû” diye zikrettiği,
kendisine bunun sebebi sorulduğunda “hû”nun ism-i a‘zam olduğunu söylediği
rivayet edilir.”[1]
Baki kelimesi ise fani
kelimesinin zıddıdır. Yani daima kalıcı ve yok olmayan demektir. Ölümsüz ve
ebedi olan yalnızca O’dur manasına gelmektedir.
“Nasîbin baş ucunda bir
hüve’l-bâkili mermermiş / Senin artık mekânın servilik altında bir yermiş”
Kitap, 11 bölümden oluşmaktadır. Ekler bölümünde ise
sırasıyla Resimler, hazireler ve başlıklarına göre mezar taşı kayıtları vardır.
Resimler metne yardımcı olabilmesi için konulmuştur.
Kitap
genel itibariyle İstanbul mezarları ve mezarlıkları ağırlıklı olmak üzere
Bosna’dan, Anadolu coğrafyasına kadar gerek dipnotlarda gerekse asıl metinde
ara ara bahislerle sürmüştür. Mezarlıklar üzerinden bir tarih yorumunun peşinde
giden müellif, asırlara göre mezar taşlarının gelişimini veya değişimini güzel
bir şekilde yansıtmaya çalışmıştır. Metinde bahsedilen mezar taşlarının
bazılarının resimlerinin kitabın en arkasında yer alması kitaba görsellik
katmış. Bir diğer cihetten de kitabın yazıldığı tarihten bu yana belki de
yüzlerce binlerce mezar taşımız hatta bazı mezarlıklarımız kaybolmuş durumdadır.
Bu kitap onların da geçmişteki durumlarını okuma imkanı sunmaktadır.
Birinci bölüm giriş mahiyetinde hazırlanmış. Mezar kültüründen
ve çeşitli coğrafyalarda ölüm ritüellerinden bahsolunmuş. Orta Asya, Balkanlar,
İran coğrafyası ve tabi ki Osmanlı coğrafyasından kısa kısa kesitler
görmekteyiz. Ve antropomorfik (insan biçimli) kavramının üzerinde durulmuştur.
5.
sayfada şu ifadeler yazılıdır: “Osmanlıların kavuklu erkek mezar taşlarının
antropomorfik olduğu kesindir. Kadın mezar taşlarının en yaygın olanlarından
biri için de benzer bir yorum yapılır: Bu taşların üst bölümünde eski Türk baş
örtüsü geleneğinin stilize olarak canlandırıldığı öne sürülür… Akla yakın
görünen bu yorum için yeterli kanıt henüz bulunmamaktadır.” İfadeler görüldüğü
üzere sürekli muğlaklık taşımaktadır. Hem de büyük bir tezad mevcuttur. Hem
kesindir gibi ifadeler sarf edip hem de kesin olduğunu veya öne sürüldüğünü
ifade ettiği durumlar için yeterli kanıt yoktur demektedir.
İkinci bölümde ‘Büyük Mezarlıklar’ başlığı altında
Üsküdar mezarlıklarına değinilmiş. Tabi Karacaahmed Mezarlığı ana konu olarak
belirlenmiş. Hans Peter Karacaahmed Mezarlığı için “İstanbul’un en büyük, en
çok anlatılan ve resmi yapılan mezarlığıdır.” demektedir. Burada kimlerin
medfun olduğundan, kaç bölüme ayrıldığına ve çeşitli rivayetlere kadar birçok
mevzuya değinilmiştir. Sur dışındaki mezarlıklardan da Kazlıçeşme, Merkezefendi,
Silivrikapı, Edirnekapı, müslüman mezarlıklarından daha sonrasında da Yahudi ve
Ermeni mezarlıklarından bahsedilmiş. Eyüp semti mezarlıklar sahası olarak çok
zengin bir sahadır. Camii Kebir Caddesi’nde bulunan mezarlıklar olarak bir
liste yapılmış ve mezar taşlarının hangi tarihler arasında, yani en eskisi ile
en yeni mezar taşının tarihini ilgili bölüme eklemiştir.
Haliç’in
kuzey kıyısı ve Beyoğlu başlığı altında ise Okmeydanı, Zincirlikuyu, Galata,
Beyoğlu müslüman mezarlıkları ve bunların haricinde o mahallerde bulunan Yahudi
ve Ermeni mezarlıklarını anlatılmış. Ve şahsi mezar taşları üzerinden tarih
yorumlamalarına gayret gösterilmiştir.
Müellifin
İslam’a dair vukufiyetinin pek az olduğunu bu metin bize göstermektedir. Dolayısıyla
bu durum bazı meselelerin geleneksel bakış açılarına ve İslam’daki yerine de
eksik veya yanlış yerden bakmasına sebep olmuştur. Mesela sıkça mevzubahs
edilen cümle olması itibariyle dillendiriyorum:
Müslüman mezarlıkları ile Hristiyan mezarlıklarını karşılaştırmış ve
ikisi de şehrin dışına insanlardan uzak yerlere kurulan mezarlıklardır demiş.
Kitabın ilk sayfalarının konusu genel itibariyle bunlardan bahsedip örnekler
verilmekte lakin yazar 14.sayfadaki hazireler bahsini ele alarak yerleşim
yerleri içindeki hazirelerin öneminden varlığından bahsedilmiş.
Kitapta çok fazla ihtimaller üzere cümle kurulmuş. Yani
olmasa bile olabilir şeklinde epeyce cümle var ve bu da müellifin eserinin
ağırlığını, makalelerin ağırlığını azaltmış veya aksi bir niyet mi var dedirtmekte.
Tekrar vurgulamak gerekir ki ihtimaller genelde İslami meselelere ait.
Sayfa 27’de “surların dışında kalan kentin yedinci
tepesindeki yamaçlar…” bu ifadenin yanlışlığı hepimizce malumdur. Yedi tepeli
İstanbul’un bütün tepeleri sur içindedir. Eğer öyle olmasaydı Çamlıca’yı da
tepeden saymamamız için bir nedenimiz kalmazdı. Sur dışında bir tepemiz yoktur.
Dış semtlerdeki mezarlıkları anlatan yazısında; Boğaziçi,
Avrupa ve Anadolu yakasındaki mezarlıklar olarak ayrı ayrı misallerle anlatmış.
Üçüncü bölüm hazirelere çok kısa değinmiş. Hazire; camii,
mescid veya tekkelerin kenarlarında bulunan küçük çaplı mezarlıklara verilen
isimlerdir.
19. yüzyılda İstanbul Mezarlık Geleneklerinin Değişimi
başlığı altında dördüncü bölüme kapı aralayan müellif bu kısımda Osmanlı’nın
son zamanlarda yaşadığı tebeddülatın mezarlar ve hazirelerle ilgili olan
bölümlerini açıklamış. Bu bölümde dikkat çeken mevzu ise 19.yüzyılın ortalarına
kadar selatin camilerinin birkaç istisna dışında hazirelerinin olmaması.
Beşinci bölümde batı mezarlıklarına bir nebze değinerek
Batı ve Doğu kıyaslaması yapılmış ve ölüm ritüellerinin farklılıklarına göre
çeşitli bölgelerdeki adetlerden örnekler verilmiştir. Akademik olarak hiçbir kıymeti olmayan
ifadelerden birine -ki kitabın birçok yerinde sık sık kullanılmıştır- bir misal
teşkil etmesi açısından sayfa 73’te üçüncü dipnotta “son yıllarda İstanbul’da
ölü yakılmasından yana olanların sayısı giderek artmaktadır.” gibi genel geçer
ifadelere rastlamaktayız.
Kaynak kullanım açısından batı menşeli bir kitap yazımı
olmuştur. Yani batı kaynakları taranarak yazılmıştır. Çok az olarak da Türk
müellif ve araştırmacılara atıf yapılmıştır. Gazete haberlerinin kullanıldığı
yerler mevcuttur. Kaynak açısından zengin bir çalışmadır diyebiliriz.
Altıncı bölümde mezar kitabelerinin temel ögelerini
anlatılmıştır.
“Erich Prokosh, Kraelitz’in belge terminolojisinden
yararlanarak mezar taşı yazılarının temel ögelerini çözümleyebilmek için ilk
kez bir ayrım geliştirmiştir. Sözü edilen temel ögeler şunlardır:
1.Yakarış 2.Dua 3.Kimlik
4.Dua isteme 5.Tarih”
Bu ayrımı baz alacağını
ve doğru bir ayrım olduğunu belirttikten sonra ilerleyen sayfalarda ayrımın
teferruatına inip maddeleri işlerken aslında ne kadar da çok istisnasını
olduğunu kendisi ifade ediyor. Ve bu kadar çok istisnasının görülebileceği bir
ayrım kolay kolay kabul edilemez.
Müellif kitabının birçok kısmında istisnaların
bulunduğunu sık sık dile getirmiş. Mesela 85. Sayfada kimlik bölümünde yersiz
bir tenkidde bulunuyor:
Ah
ile zar kılarak tazeliğime doymadım
Çün
ecel peymanesi dolmuş murad almadım
Hasreten
fani cihanından tul-i ömr sürmedim
Fırkaten
takdir bu imiş ta ezelden bilmedim
Merhum
ve mağfur el-muhtac
İla
rahmeti rebbihi’l gafur
Sene
1192
“Bunlarla dolan yazı
alanında “gafur”u izlemesi gereken ölenin adına yer kalmamıştır. Bu örnekte
şaşırtıcı olan, bu taşın üzerine işlenen hattın ortalamanın çok üzerinde bir
kalitede olmasıdır. Oysa bu tür hatalar ve ihmaller ancak basit ve sanat
kaygısı güdülmeyen mezar taşlarında vardır.” Yorum niteliğindeki bu cümlelere
baktığımızda aslında ne kadar yersiz bir yorumda bulunulduğunu mantıken dahi
anlayabiliriz. İsimlerini mezar taşlarına yazdırmamayı ihtiyaren seçmiştir öyle
arzu etmiş ve isminin geçmesini istememiştir kabir sahibi. Buna kalkıp da hata
ve ihmal demenin hiçbir manası yoktur.
Bir diğer ihtilaflı bölüme gelirsek; sahife 90’da seyyide
ve şerife kelimelerinin Peygamber soyundan gelenler için kullanıldığını
söylüyor. Daha sonrasında kurduğu cümleyi aynen alıyoruz: “Bu iki terimin hem
kadına hem de erkeğe özgü biçimleri vardır ama uygulamada cinsiyet ayrımı
yapıldığı göze çarpmaktadır. Çünkü 136 kadında şerife, 5 erkekte şerif
kullanılmışken, 234 erkekte Seyyid, 4 kadında da seyyide kullanılmıştır.” Bu yazılanlar ile cinsiyet ayrımı arasında
nasıl bir bağlantı olabilir? Er Kişi seyyidse Seyyid denilir, hanımsa seyyide,
burada nasıl cinsiyet ayrımı yapılabilir? Neden daha fazla kadın doğmadı da
neden seyyidlerle seyyidelerin sayıları eşitlenmedi gibi bir mantık ne kadar
doğrudur? Bunların çeşitli ihtimalleri de vardır. Mesela o mezar taşları
günümüze ulaşamayan yok olan binlerce mezar taşlarının arasında olabilir. Ya da
gerçekten o kadar şerife kadın ve o kadar Seyyid erkek olabilir.
Biyografik bilgiler kısmında da Kethüdazade Aile
Mezarlığı ile Halil Hamid Paşazade Mezarlığı’nın incelemesi yapılmıştır. Şecereleri
çıkartılmış ve hizmetkârlarının mezar taşlarına kadar tespiti yapılmıştır.
Kişinin meslekleri, ölüm nedenleri gibi durumlarda incelemeye alınıp etraflıca
bir makale oluşturulmuştur. Şematik planın ve mezar taşlarından şecerelerin
çıkartılması ileriki yıllarda gerçekleşebilme ihtimali olan herhangi bir
durumdan bu mezar taşlarını korumuştur.
Sekizinci bölüm olan Mezar Taşları Süsleme bölümünde süs
motiflerinden, motiflerin hangi manalara geldiklerinden kısaca örnekler
verilmiştir.
Dokuzuncu bölüm olan Başlıklar bölümü kitabın en dolu
bölümlerindendir. Mezartaşlarının başlıkları anlatılırken çizimlerinin de
bulunması metni daha anlaşılır kılmıştır. Hangi başlığın hangi meslek dalından
insanlara ait olduğu sorusunun cevabını kolaylıkla bulabileceğimiz bir bölüm.
Onuncu bölümde; Derviş Mezarları başlığı kullanılmış ve
çok dar kapsamda bilgi sunulmuş. Müellifin ifadesiyle bu yazıdan dervişin
hangi tarikata ait olduğunu anlamamız mümkün gözükmüyor.
On birinci bölüm; Osmanlı mezar taşlarının tarih kaynağı
olarak nasıl değerlendirebileceğini ele almış ve bu minvalde birkaç örnek
verilmiş. Son olarak da mezar taşlarının
nasıl yarınlara bırakılabileceği yönünde tavsiyeler de bulunmuş.
Bir sonraki bölüm resimler ve Ekler bölümünde de
hazirelerin isimlerini yazmıştır. Ek 2 kısmında ise başlık çeşitlerine göre
hangi tür başlığın örneklerinin nerelerde olduğunu şahıs olarak ve mezarlık
ismiyle numaralarıyla teferruatlıca yazmıştır.
Hüve’l Baki isimli eser daha çok akademik olarak çalışma
yapacaklara yönelik olsa da normal kitlenin de istifade edebileceği bir eser.
Dil itibariyle de akademiye hitap eder mahiyete sahiptir.
Ömer Faruk Deliktaş / Nisan 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder