22 Nisan 2015 Çarşamba


HÜVE’L BAKİ KİTAP DEĞERLENDİRMESİ

Hans Peter Laqueur, Hüve’l Baki, İstanbul’da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları,  Çev.Selahattin Dilidüzgün, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 289 sayfa, 1996.
Ömer Faruk Deliktaş, 29 Mayıs Üniversitesi, Tarih 1.Sınıf Öğrencisi
Kitap, Osmanische Friedhöfe und Grabsteine in Istanbul ismiyle 1993 senesinde Almanya’da Almanca olarak yayınlanmıştır.
Kitabın ana konusu Osmanlı mezarlıkları ve mezar taşları genelinde, İstanbul’da bulunan mezarlıkları ve mezar taşı çeşitlerini incelemektedir. Bu incelemelerde resim materyalini de kullanmış ve bu resimleri toplu bir şekilde kitabın son kısmına eklemiştir.
Hüve’l Baki isimli bu eser alanında yapılmış ilk akademik kitap çalışmasıdır. Her biri birer tarih hazinesi olan mezar taşlarını baz alarak 1993 senesi böyle bir çalışmanın yapılması, çeşitli mezarlıklardan bazı mezar taşlarının resimlerinin çekilip o mezarlıkla ilgili bilgiler sunması çok önemlidir. Çünkü kitabın yazıldığı zaman var olan fakat günümüze ulaşamayan birçok mezarlık ve mezar taşları vardır.
            Evvela Hüve’l Baki ne demektir onu açıklayalım. Maalesef kitapta ne demek olduğu üzerinde hiçbir bahis açılmamış. Hu kelimesi, Türkçede ‘O’ manasına gelmektedir. 
“Sufilere  göre zikrin en faziletlisi Allah’ı bir şey isteme anlamı taşımayan bir ifadeyle anmaktır. Bundan dolayı talep mânası taşımayan ve Allah’ın zâtî ismi olan hû en faziletli zikir telakki edilmiştir. Hz. Ali’nin çok defa “yâ hû, yâ men hû, lâ ilâhe illâ hû” diye zikrettiği, kendisine bunun sebebi sorulduğunda “hû”nun ism-i a‘zam olduğunu söylediği rivayet edilir.”[1]
Baki kelimesi ise fani kelimesinin zıddıdır. Yani daima kalıcı ve yok olmayan demektir. Ölümsüz ve ebedi olan yalnızca O’dur manasına gelmektedir.
“Nasîbin baş ucunda bir hüve’l-bâkili mermermiş / Senin artık mekânın servilik altında bir yermiş”
            Kitap, 11 bölümden oluşmaktadır. Ekler bölümünde ise sırasıyla Resimler, hazireler ve başlıklarına göre mezar taşı kayıtları vardır. Resimler metne yardımcı olabilmesi için konulmuştur.
Kitap genel itibariyle İstanbul mezarları ve mezarlıkları ağırlıklı olmak üzere Bosna’dan, Anadolu coğrafyasına kadar gerek dipnotlarda gerekse asıl metinde ara ara bahislerle sürmüştür. Mezarlıklar üzerinden bir tarih yorumunun peşinde giden müellif, asırlara göre mezar taşlarının gelişimini veya değişimini güzel bir şekilde yansıtmaya çalışmıştır. Metinde bahsedilen mezar taşlarının bazılarının resimlerinin kitabın en arkasında yer alması kitaba görsellik katmış. Bir diğer cihetten de kitabın yazıldığı tarihten bu yana belki de yüzlerce binlerce mezar taşımız hatta bazı mezarlıklarımız kaybolmuş durumdadır. Bu kitap onların da geçmişteki durumlarını okuma imkanı sunmaktadır.
            Birinci bölüm giriş mahiyetinde hazırlanmış. Mezar kültüründen ve çeşitli coğrafyalarda ölüm ritüellerinden bahsolunmuş. Orta Asya, Balkanlar, İran coğrafyası ve tabi ki Osmanlı coğrafyasından kısa kısa kesitler görmekteyiz. Ve antropomorfik (insan biçimli) kavramının üzerinde durulmuştur.
5. sayfada şu ifadeler yazılıdır: “Osmanlıların kavuklu erkek mezar taşlarının antropomorfik olduğu kesindir. Kadın mezar taşlarının en yaygın olanlarından biri için de benzer bir yorum yapılır: Bu taşların üst bölümünde eski Türk baş örtüsü geleneğinin stilize olarak canlandırıldığı öne sürülür… Akla yakın görünen bu yorum için yeterli kanıt henüz bulunmamaktadır.” İfadeler görüldüğü üzere sürekli muğlaklık taşımaktadır. Hem de büyük bir tezad mevcuttur. Hem kesindir gibi ifadeler sarf edip hem de kesin olduğunu veya öne sürüldüğünü ifade ettiği durumlar için yeterli kanıt yoktur demektedir.
            İkinci bölümde ‘Büyük Mezarlıklar’ başlığı altında Üsküdar mezarlıklarına değinilmiş. Tabi Karacaahmed Mezarlığı ana konu olarak belirlenmiş. Hans Peter Karacaahmed Mezarlığı için “İstanbul’un en büyük, en çok anlatılan ve resmi yapılan mezarlığıdır.” demektedir. Burada kimlerin medfun olduğundan, kaç bölüme ayrıldığına ve çeşitli rivayetlere kadar birçok mevzuya değinilmiştir. Sur dışındaki mezarlıklardan da Kazlıçeşme, Merkezefendi, Silivrikapı, Edirnekapı, müslüman mezarlıklarından daha sonrasında da Yahudi ve Ermeni mezarlıklarından bahsedilmiş. Eyüp semti mezarlıklar sahası olarak çok zengin bir sahadır. Camii Kebir Caddesi’nde bulunan mezarlıklar olarak bir liste yapılmış ve mezar taşlarının hangi tarihler arasında, yani en eskisi ile en yeni mezar taşının tarihini ilgili bölüme eklemiştir.
Haliç’in kuzey kıyısı ve Beyoğlu başlığı altında ise Okmeydanı, Zincirlikuyu, Galata, Beyoğlu müslüman mezarlıkları ve bunların haricinde o mahallerde bulunan Yahudi ve Ermeni mezarlıklarını anlatılmış. Ve şahsi mezar taşları üzerinden tarih yorumlamalarına gayret gösterilmiştir.
Müellifin İslam’a dair vukufiyetinin pek az olduğunu bu metin bize göstermektedir. Dolayısıyla bu durum bazı meselelerin geleneksel bakış açılarına ve İslam’daki yerine de eksik veya yanlış yerden bakmasına sebep olmuştur. Mesela sıkça mevzubahs edilen cümle olması itibariyle dillendiriyorum:  Müslüman mezarlıkları ile Hristiyan mezarlıklarını karşılaştırmış ve ikisi de şehrin dışına insanlardan uzak yerlere kurulan mezarlıklardır demiş. Kitabın ilk sayfalarının konusu genel itibariyle bunlardan bahsedip örnekler verilmekte lakin yazar 14.sayfadaki hazireler bahsini ele alarak yerleşim yerleri içindeki hazirelerin öneminden varlığından bahsedilmiş.
            Kitapta çok fazla ihtimaller üzere cümle kurulmuş. Yani olmasa bile olabilir şeklinde epeyce cümle var ve bu da müellifin eserinin ağırlığını, makalelerin ağırlığını azaltmış veya aksi bir niyet mi var dedirtmekte. Tekrar vurgulamak gerekir ki ihtimaller genelde İslami meselelere ait.
            Sayfa 27’de “surların dışında kalan kentin yedinci tepesindeki yamaçlar…” bu ifadenin yanlışlığı hepimizce malumdur. Yedi tepeli İstanbul’un bütün tepeleri sur içindedir. Eğer öyle olmasaydı Çamlıca’yı da tepeden saymamamız için bir nedenimiz kalmazdı. Sur dışında bir tepemiz yoktur.
            Dış semtlerdeki mezarlıkları anlatan yazısında; Boğaziçi, Avrupa ve Anadolu yakasındaki mezarlıklar olarak ayrı ayrı misallerle anlatmış.
            Üçüncü bölüm hazirelere çok kısa değinmiş. Hazire; camii, mescid veya tekkelerin kenarlarında bulunan küçük çaplı mezarlıklara verilen isimlerdir.
            19. yüzyılda İstanbul Mezarlık Geleneklerinin Değişimi başlığı altında dördüncü bölüme kapı aralayan müellif bu kısımda Osmanlı’nın son zamanlarda yaşadığı tebeddülatın mezarlar ve hazirelerle ilgili olan bölümlerini açıklamış. Bu bölümde dikkat çeken mevzu ise 19.yüzyılın ortalarına kadar selatin camilerinin birkaç istisna dışında hazirelerinin olmaması.
            Beşinci bölümde batı mezarlıklarına bir nebze değinerek Batı ve Doğu kıyaslaması yapılmış ve ölüm ritüellerinin farklılıklarına göre çeşitli bölgelerdeki adetlerden örnekler verilmiştir.  Akademik olarak hiçbir kıymeti olmayan ifadelerden birine -ki kitabın birçok yerinde sık sık kullanılmıştır- bir misal teşkil etmesi açısından sayfa 73’te üçüncü dipnotta “son yıllarda İstanbul’da ölü yakılmasından yana olanların sayısı giderek artmaktadır.” gibi genel geçer ifadelere rastlamaktayız.
            Kaynak kullanım açısından batı menşeli bir kitap yazımı olmuştur. Yani batı kaynakları taranarak yazılmıştır. Çok az olarak da Türk müellif ve araştırmacılara atıf yapılmıştır. Gazete haberlerinin kullanıldığı yerler mevcuttur. Kaynak açısından zengin bir çalışmadır diyebiliriz.
            Altıncı bölümde mezar kitabelerinin temel ögelerini anlatılmıştır.
            “Erich Prokosh, Kraelitz’in belge terminolojisinden yararlanarak mezar taşı yazılarının temel ögelerini çözümleyebilmek için ilk kez bir ayrım geliştirmiştir. Sözü edilen temel ögeler şunlardır:
1.Yakarış 2.Dua 3.Kimlik 4.Dua isteme 5.Tarih”
Bu ayrımı baz alacağını ve doğru bir ayrım olduğunu belirttikten sonra ilerleyen sayfalarda ayrımın teferruatına inip maddeleri işlerken aslında ne kadar da çok istisnasını olduğunu kendisi ifade ediyor. Ve bu kadar çok istisnasının görülebileceği bir ayrım kolay kolay kabul edilemez.
            Müellif kitabının birçok kısmında istisnaların bulunduğunu sık sık dile getirmiş. Mesela 85. Sayfada kimlik bölümünde yersiz bir tenkidde bulunuyor:
Ah ile zar kılarak tazeliğime doymadım
Çün ecel peymanesi dolmuş murad almadım
Hasreten fani cihanından tul-i ömr sürmedim
Fırkaten takdir bu imiş ta ezelden bilmedim
Merhum ve mağfur el-muhtac
İla rahmeti rebbihi’l gafur
Sene 1192
“Bunlarla dolan yazı alanında “gafur”u izlemesi gereken ölenin adına yer kalmamıştır. Bu örnekte şaşırtıcı olan, bu taşın üzerine işlenen hattın ortalamanın çok üzerinde bir kalitede olmasıdır. Oysa bu tür hatalar ve ihmaller ancak basit ve sanat kaygısı güdülmeyen mezar taşlarında vardır.” Yorum niteliğindeki bu cümlelere baktığımızda aslında ne kadar yersiz bir yorumda bulunulduğunu mantıken dahi anlayabiliriz. İsimlerini mezar taşlarına yazdırmamayı ihtiyaren seçmiştir öyle arzu etmiş ve isminin geçmesini istememiştir kabir sahibi. Buna kalkıp da hata ve ihmal demenin hiçbir manası yoktur.
            Bir diğer ihtilaflı bölüme gelirsek; sahife 90’da seyyide ve şerife kelimelerinin Peygamber soyundan gelenler için kullanıldığını söylüyor. Daha sonrasında kurduğu cümleyi aynen alıyoruz: “Bu iki terimin hem kadına hem de erkeğe özgü biçimleri vardır ama uygulamada cinsiyet ayrımı yapıldığı göze çarpmaktadır. Çünkü 136 kadında şerife, 5 erkekte şerif kullanılmışken, 234 erkekte Seyyid, 4 kadında da seyyide kullanılmıştır.”  Bu yazılanlar ile cinsiyet ayrımı arasında nasıl bir bağlantı olabilir? Er Kişi seyyidse Seyyid denilir, hanımsa seyyide, burada nasıl cinsiyet ayrımı yapılabilir? Neden daha fazla kadın doğmadı da neden seyyidlerle seyyidelerin sayıları eşitlenmedi gibi bir mantık ne kadar doğrudur? Bunların çeşitli ihtimalleri de vardır. Mesela o mezar taşları günümüze ulaşamayan yok olan binlerce mezar taşlarının arasında olabilir. Ya da gerçekten o kadar şerife kadın ve o kadar Seyyid erkek olabilir.
            Biyografik bilgiler kısmında da Kethüdazade Aile Mezarlığı ile Halil Hamid Paşazade Mezarlığı’nın incelemesi yapılmıştır. Şecereleri çıkartılmış ve hizmetkârlarının mezar taşlarına kadar tespiti yapılmıştır. Kişinin meslekleri, ölüm nedenleri gibi durumlarda incelemeye alınıp etraflıca bir makale oluşturulmuştur. Şematik planın ve mezar taşlarından şecerelerin çıkartılması ileriki yıllarda gerçekleşebilme ihtimali olan herhangi bir durumdan bu mezar taşlarını korumuştur.
            Sekizinci bölüm olan Mezar Taşları Süsleme bölümünde süs motiflerinden, motiflerin hangi manalara geldiklerinden kısaca örnekler verilmiştir.
            Dokuzuncu bölüm olan Başlıklar bölümü kitabın en dolu bölümlerindendir. Mezartaşlarının başlıkları anlatılırken çizimlerinin de bulunması metni daha anlaşılır kılmıştır. Hangi başlığın hangi meslek dalından insanlara ait olduğu sorusunun cevabını kolaylıkla bulabileceğimiz bir bölüm.
            Onuncu bölümde; Derviş Mezarları başlığı kullanılmış ve çok  dar kapsamda bilgi sunulmuş.  Müellifin ifadesiyle bu yazıdan dervişin hangi tarikata ait olduğunu anlamamız mümkün gözükmüyor.
            On birinci bölüm; Osmanlı mezar taşlarının tarih kaynağı olarak nasıl değerlendirebileceğini ele almış ve bu minvalde birkaç örnek verilmiş.  Son olarak da mezar taşlarının nasıl yarınlara bırakılabileceği yönünde tavsiyeler de bulunmuş.
            Bir sonraki bölüm resimler ve Ekler bölümünde de hazirelerin isimlerini yazmıştır. Ek 2 kısmında ise başlık çeşitlerine göre hangi tür başlığın örneklerinin nerelerde olduğunu şahıs olarak ve mezarlık ismiyle numaralarıyla teferruatlıca yazmıştır.
            Hüve’l Baki isimli eser daha çok akademik olarak çalışma yapacaklara yönelik olsa da normal kitlenin de istifade edebileceği bir eser. Dil itibariyle de akademiye hitap eder mahiyete sahiptir.

Ömer Faruk Deliktaş / Nisan 2015



[1] DİA, Hu, c.18, s.261

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder