Ömer Faruk Deliktaş. Tarih/1.Sınıf
Mısırın Sömürgeleştirilmesi
Timothy Mitchell’in 1988’de yazmış
olduğu ve dilimize 2001 senesinde Zeynep Altok tarafından çevrilen Mısırın
Sömürgeleştirilmesi isimli eser İletişim Yayınları tarafından yayınlanmıştır.
Kitap gayet mantıklı bir soru ile
başlayıp kendisine okuyucuyu çekiyor. 19. Yüzyılın Mısır’ına ilişkin bir kitap
21. Yüzyılın Türk okuruna ne verebilir?
1830 senesinde Mehmet Ali Paşa
Kahire’de köylülerin yetiştirecekleri ürünleri ne şekilde yetiştireceklerini
mülkiyet istihdam ve vergi biçimlerini modernize etti. Daha sonrasında Mısır’da
Panoptikon’un kurucusu
Jeremy Bentham’ın asistanı Bowring müsteşar olarak atandı. Ve Mehmet Ali
Paşa’ya Panoptikonu uygulamasını tavsiye etti. Panoptikon odaları ya da hücreleri
merkezdeki gözlem kulesinin etrafına halka şeklinde yerleştirilmişti. Bu odalar
dışarıdan öyle bir biçimde aydınlatılıyordu ki odalardaki herkes
izlendiklerinin farkına varmadan kuledeki gözlemci tarafından sürekli
gözlemlenebiliyorlardı. Jeremy Bentham Panoptikonun dayandığı temel ilkeyi
Rusya’nın 1768-74’de Osmanlı güçlerini yendikten sonra kolonize ettiği
topraklarda kurulan atölyelerde bu ilkeyi uygulayan kardeşi Samuel’den
öğrenmişti. Mehmet Ali Paşa reisliğinde Kahire yeni bir ordu kurmuş ve bu ordu
sayesinde İstanbul’un otoritesine meydan okuyabilmiş güneyde Arabistan ile
Sudan’dan, kuzeyde Yunanistan ile Girit’e daha sonrada Filistin ile Suriye’ye
uzanan bir imparatorluk kurmuştur.
“Okul eğitimi, ülkedeki her genci
çalışkan ve itaatkar bir siyasi özneye dönüştürmenin bir yolu olarak
görülüyordu. Siyasi düzen, aralıklı olarak baskı uygulanması yoluyla değil,
sürekli eğitim, teftiş ve denetimle sağlanabilirdi.” Bu cümlelerden modern
devlet veya diğer manayla tanrı devlet ilişkisinin ne düzeyde olduğunu
görebiliriz.
Kitapta şu ifadeler geçmektedir:
“Örneğin 19. Yüzyılın ilk yarısında Mısır’da yapılan askeri reformlar, eli
silahlı grupları insan yapısı bir makineye dönüştürdü. Eski ordular birden
aylak ve atıl adamlardan oluşan şekilsiz yığınlar gibi görülmeye başlanmıştı.
Yeni ordu ise iki boyutlu olarak algılanıyordu. Hem tek te askerlerden hem de
bu askerlerin içinde yer aldığı makineden oluşuyordu.” Bu da Mısır’ın ordusunun
Osmanlı ordusu gibi bir durumla karşı karşıya kaldığını bizlere göstermektedir.
Yani Nizam-ı Cedit ve Yeniçeriler arasındaki ölüm kalım savaşı gibi.
Ve Avrupalıların şark merakını
gidermek için 19. Yüzyılda Avrupa’da çok büyük sergiler kurulmaya başlanıyor.
Buradaki en dikkat çekici nokta ise yapay olandaki gerçeklik. “1889 Paris Sergisi’ndeki
meşhur Rue de Caire’de Mısır’ın başkentinin sokaklarından biri aynen inşa
edilmiş, hatta hakiki Mısır eşekleri binicileri ile beraber getirtilmişti.”
Ulus devlete atılan ilk adımlardan
biride okullardır. “Okullar aynı zamanda, hayata atılmadan önce öğrenilmesi
gereken genel bir talimat ve bilgilendirme koduna kaynaklık etmektedir.”
Dört Mısırlı Paris’teki Mısır
sergisine katıldıklarında kendi ülkelerine o derece benzemiş stüdyolar
görmekten çok rahatsızlık duymuşlar ve herşeyin hem yapay hem de bu kadar
gerçekçi olarak dizayn edilmesine çok şaşırmışlardı. Son mahzuniyetleri de “Bir
caminin kapısından girip, bununda sokağın geri kalanı gibi Avrupalıların façade
dediği türden bir yapı olduğunu anlamalarıyla… cami şeklinde olan sadece dışıydı.
İçeride ise Mısırlı kızların genç erkeklerle dans ettiği ve dervişlerin döndüğü
bir kahvehane olarak düzenlenmişti.”
Avrupa’dan olmayan her insan
Avrupa’ya geldiğinde teşhir nesnesi muamelesini gördüğünü kitap bize apaçık
ifadelerle, delillerle ispat etmektedir.
Artık Avrupalı olmayanlar onlar için seyirlik nesneler haline
gelmişlerdi. “1790’da Berlin’e giderken Kopernick’te mola veren bir Osmanlı
elçisi “Berlin ahalisi biz şehre varana kadar sabredemedi. Kara kışa rağmen
kadın erkek arabalarla at sırtında ya da yayan bizi görüp incelemeye geldiler.”
Diyordu. Bu tür seyirliklerin bulunmadığı yerlerde de onları yapay olarak
üretmek ihtiyacı duyuyorlardı. Kitaptaki şu cümlede çok çarpıcıdır: “dışarıdan
Avrupa’yı gezmeye gelenler 19. Yüzyıl boyunca kendilerini sergilenir bulmuşlar
ya da Avrupalıların dikkatli merakının nesnesi olmuşlardı.” Batı sadece
görünüşe verdiği önemi artırarak devam ettiriyordu. “Panaromalar Avrupa’nın
emperyalizm çağına girmesiyle kapsamı giderek genişleyen dünya sergilerinin öncülleriydi.”
Şu dipnotta gözden kaçırılmaması gereken teferruatı bizlere sunmaktadır.
“Kahire’de 19. Yüzyılın son on yılında yayınlanıp Avrupa ülkelerinden ve
Avrupai fikirlerden bahseden sekiz kitaptan beşi, bir Şarkiyat kongresine ya da
dünya sergisine gidenlerin anlattıklarını içeriyordu.” Bu sergiler o derece
büyük katılımlı idi ki Londra’da düzenlenen sergiye altı milyon ziyaretçi
katılmıştı. Bu gerçekten korkunç bir rakamdır.
“Fransız araştırmacı Sylvestre de
Sacy, bu teşhir sürecini, geleceğin dünya sergilerine çok benzeyen bir tarzda
tasarlamıştı. Envai çeşit nesnenin çizimlerin, orijinal kitapların,
haritaların, seyahat anılarının bulunduğu ve kendini şarkın incelemesine adamak
isteyenlerin hizmetine sunulduğu devasa bir depo şeklinde bir müze kurmayı
planlıyordu.” Avrupa için şark resmen ameliyat masasına yatırılmış bir hasta
gibiydi. Narkozu sömürgeleştirilerek yapılmış ve sonrada kendi içlerinde bunun
teşhirini yapmaktalardı. Aslında şuan hayvanat bahçelerinde uygulanan metodun
aynısı 19. Yüzyıla Avrupa’sında şark insanlarına uygulanmaktaydı.
Sergilerin bariz özelliği ortak bir
merkez etrafında örgütlenmiş olmasıdır. Ve 1889 sergisindeki merkezi nokta
insanları kendine çeken nokta devasa yerküre modelidir. Çapı 12,72 metre,
çevresi 40 metre idi.
Düzenlenen sergilerin özelliklerinden
biride kendi ülkelerini güneş şeklinde en merkezde temsil edecek panaromalar
çizip etrafında gezegen misali sömürge ülkelerin, şehirlerinin panaromalarını,
eserlerini çizmişlerdi. “Sergiler çağı aynı zamanda sömürgecilik çağıydı.”
Birinci Dünya savaşının arefesinde
Mısır ihracatını tek bir ürün üzerinde yoğunlaştırmıştı. Ve bu da ithalatı
artırmıştı.
Ve 1855’te Paris’te yapılan serginin
ardından on yıl sonra 1867’de Mısır’da bir sergi açılmıştır. Yıllarca Avrupa’ya
taşınan şark şimdi Mısır’da şarkın ortasına Avrupa’nın taşınmasını müşahede
ediyordu. Hidiv’e Paris’te yapılan Ortaçağ sarayına bir karşılık olarak Mısır
Hidivi, İmparatoriçe Eugenie için Nil üzerine bir saray inşa ettirmişti. Bu da
bir teşekkür nişanesi sayılmakta idi. Avrupa’da vaziyet öyle bir hal almıştı ki
“işçilerin sergi gezmek için dükkanlarından ya da fabrikalarından ayrılmalarına
izin verildi ve bunların yol ve konaklama masrafları hayır dernekleri
tarafından karşılandı. Sonuçta da daha önce hiç görülmemiş bir kitlesel
davranış biçimi ortaya çıktı.
Sergilerde gördükleri şarkı
belleklerine kazıyanlar ve oraya gittiklerinde şüphesiz daha harikalarını
efsanelerini göreceğiz beklentisine kapılanlar şarka gittiklerinde tamamıyle
hayal kırıklığına uğradılar. Doğuyu uzaktan görüntüleyebilmeyi başarmış Batı,
bu alışkanlığını sergilerle kazanmış ve gerçekmiş gibi olan mekanları insanları
gözlemleyerek daima nazar eden olmuştur. Gerçek şarka gidenler ise ilk başlarda
zorluklar çekmişlerdir, çünkü karşılarında gördükleri gerçektir, canlıdır, ona
müdahale edilememektedir. Oysa onların kendi kurgularında hayallerinde ne varsa
ortaya döküp kurguyu gerçek olarak sunmakta ve buna herkes istisnasız inanmakta
idi. Oysa gerçek, kurgudan çok da farklı idi.
Bu durumu kitaptan bir iktibasla
destekleyelim: “Şarkın caddelerinde karşılaştıkları hiçbir şey Paris’te
temsilini gördükleri gerçeğe uymuyordu. Kahvehaneler bile hakiki durmuyordu.
Nerval, tipik bir Kahire sokağını tasvir etmeye çalışırken “sana gerçekten
buradaki sahneyi gözünde canlandıracak tasvirler yollamak isterdim ama… en has
şark kahveleri sadece Paris’te var” diyordu.
Mısırlılar 1830’da çıkarılan bir
kararname ile doğdukları yere hapsedilmiş ve dışarı çıkmak için kimlik
belgeleri ve izin almaları zorunlu kılınmıştı. Bir fellahın elinde yazılı izin
olmaksızın bir köyden bir köye gitmek imkansızdı. Büyük bir teftiş ve denetim
hiyerarşisi oluşturulmuştu. Batı’nın kendisinin kurduğu panoptikon sistemi
tamamıyla kolonyal düzenlerini muhafaza edebilmek ve sömürgelerini konrol
altında tutabilmek içindir. Panoptikon sistemi ilk defa Napolyon’un 1800’de
Mısır’a girmesi ve sonrasında da Mehmet Ali Paşa’nın burada nüfuzunu iyice
artırmasıyla onun zamanında uygulanmaya başlanmıştı.
“Mısırlılar, 1822 yılından itibaren,
tarihte ilk defa onbiner onbiner askere alınmaya başladılar.” “1815’te
imparatorluğun yıkılmasından sonra Fransız ordusunun mağlub subay ve
mühendisleri Mısır’a geçmiş onların yardımı sayesinde burada yeni düzen
kurulabilmişti. Mısır, yeni tür bir ordu kurma tasarısını başarıyla
gerçekleştiren ilk Osmanlı eyaletiydi.” “avrupa’da ilk düzenli orduyu kuran
Prusya’dır. Prusya ordusunun nizamnamelerinde insan yapısı bir makine ifadesi
kullanılmaktadır.” Bu ifade tüm bir ordunun işaretlerle yek vücud ve tek bir
hareket halinde olmasına denilmektedir. Yapılan bu yeni nizamnamede askeri
halktan ayıracak bir kıyafeti olduğu için asker kaçaklarına rastlanmıyordu.
Yeni düzen sadece orduyu düzenli hale getirmek demek değildi. Aynı zamanda
karşı tarafa korku salınma taktiklerini de barındırıyordu. Mısır’da uygulanan
sistem bugünkü devletlerin uyguladıkları sistem gibidir. halk, devlet ve
devletin çıkarları için köle biçiminde hareket etmek zorunda bırakılmıştır.
1840’larda Avrupa’da toprak ve
üzerindekilerle işleyen feodal yapının bir benzeri Mısır’da kurulmuştur.
Mısır’da model köyler oluşturulmuş ve gelir grubuna göre evler yapılıp aileler
buralara yerleştirilmiştir. Model evlerin planı da batılılar tarafından metresi
metresine çizilmiş planlanmıştır. Köy inşaalarında çerçevelendirme metodu
kullanılarak bütün evler bir çerçeveye hapsedilmiştir böylece kontrol etmesi
gözetilmesi daha kolaylaştırılmış belli bir nizama sokulmuştur. Sayfa 99’da yer
alan model köy çizimlerini incelediğimizde şunu farkederiz: Çizilen ve uygulamaya konulan köy
mimarilerinde apaçık gözüken bir durumda camiin en uçta fakat köy reisinin
evinin köyün her yolunun tam ortasında bulunuyor olmasıdır. Bu da denetimsel
mekanizmanın ne derece etkin olmasını istemelerini göstermektedir.
Cezayir denizden kolaylıkla
görülebilen bir şehir imiş. “Hatta o kadar kolay görülebiliyordu ki 1830
yılında Marsilyalı müteşebbisler buharlı bir gemiyi yüzen bir otel çevirip
turistleri şehrin Fransızlar tarafından bombalanışını ve işgalini seyretmeye
götürmüşlerdi.”
Mısır kendi dönüşümünü sömürgecilerin
fikirleri fakat kendi adamlarıyla yapmaya başlamaktadır. Ve bunda kullandığı
insanlardan biri Fransa’da okuyan Ali Mübarek’tir. Daha sonrasında Fransa ile
Mısır’ı karşılaştıran bir hikaye de yazmış ve bu hikaye basılıp okullara her
yere dağıtılmıştır. Ali Mübarek ve modern devletin oluşumu ile ilgili kitaptan
bir pasaj almak istiyorum: “Modern devletin yeni siyasetinin ortaya çıkışında
dönüm noktası hangi olaydır diye sorulduğunda Ali Mübarek’in 1867-68 kışında
Paris dönüşünde bürosunu ve okullarını Kahire’nin tam göbeğindeki Darbü’l
Gamamiz’deki bir saraya taşınmasıdır denebilir. Peki bu modern devletin hangi
merhalesine tekabül etmektedir? Kendisi bürosunu ve okullarını merkeze
yerleştirmiş ve diğer okulları da kütüphaneyi de bakanlığını da tek bir merkeze
toplayarak hepsinin kontrolünü tek bir elden kolaylıkla kendisi yapabilmiştir.
Bayındırlık müdürlüğünü de bünyesine toplamıştır. Şehrin içinde yeni caddeler
açılmış köy ve kasabalara okullar yapılmıştı. Ve böylece “Kahire 1300’lerde
Memlüklerin elinde gördüğü imardan sonraki en büyük yıkım ve inşa dönemine
girmiş oldu.” Devletin halkı eğittiği merkezlerin şehrin ortasına konulması
adeti yeni bir durumdur. Daha evvelinde 1816’da Mehmed Ali tarafından kurulan
ilk askeri okul, şehrin güney doğu kenarında bulunan Kale’ye yerleştirilmişti.
Zamanla okullarda mutlak itaat isteği bu düşüncesini bütün halkın tabakalarına
yaymıştı. Yapılan reformlarla eğitim sistemi bütünlükçü bir denetim sistemini
dönüştürülmüştü. Ders verenleri denetleyenler, öğrencileri oturma düzeninde
ileri geri diye denetleyenler, yazı tahtalarını teftiş edenler kalemleri
denetleyenler kendi yerinde olmayan öğrencileri denetleyenler ve bir de
denetmenleri denetleyen genel denetmen vardı. Çok daha önce Paris’te de Mısır
Okulu kurulmuştu. Bu okuldan modern devlet çalışmalarını yöneten mısırlılar
mezun olmuşlardır. Daha sonrasında önemli mevkilere getirilmiş ve oluşumda
kullanılmışlardır. Paris’te bulunan Mısır okulununda bir tüzüğü bulunmakta idi.
Bu tüzük 22 maddeden ibarettir. Bu tüzüğü incelediğimizde en az on iki maddesi
Türkiye okullarında zaten halihazırda uygulanan kurallardır. Eğitim
sistemindeki müfredatı ulus devlet belirlemekte idi. Bunun yanında bir de her
ay her dönem ve her sene sırasıyla çocukları, okul öğretmenlerini, okul
müdürlerini ve yerel hakimleri vs sınavdan geçme kuralı koymuşlardı ki
koydukları sistem hiç unutulmasın sürekli kendiliğinden denetim altında
tutulsun. “düzenin tebarüz etmesi, iktidarın gözden kaybolması demektir.
İktidar giderek yavaş, kesintisiz bir tarzda ve göze görünmeden işleyecektir.”
Britanya ordusu 1882’de Mısır’ı işgal
etmesinin ardından, Mısır’ın her bir köyünde doğumların resmi kayıtlara
geçirilmesi işini örgütleyecek merkezi bir büro kurulmuştur. Bu büronun maksadı
da nüfusu kontrol etmek asker pozisyonunda kaç erkeğin bulunduğunu saptamak vs
gibi sebepten dolayıdır.
Ülkede Delta şehri Tanta’da her yıl
düzenlenen es-Seyyid Bedevi şenlikleri vardı. Ve bu şenlikleri yarım milyondan
fazla insanın katıldığı kaydedilmişti.
Bu sadece Mısır için değil tüm dünya için çok büyük bir pazardı. Fakat
hijyen bahane edilerek bu şenliklerin sonraki yıllarda düzenlenmesine engel
olunmuştur.
Abdülaziz Çaviş Avrupa’da yetişmiş ve
sonrasında kendi ülkesine dönerek burada hizmet ve çalışmalarına devam etmiş
birisidir. Çaviş’e göre eğitim çocuğun hem bedenini terbiye etmeli hem de
zihnini ve şahsiyetini şekillendirmeliydi. Sonrasında modern devlete değinmiş
ve şunları yazmıştır: “öğrenciler okulun disiplinine ve kurallarına itaat
etmeyi boyun eğmeyi öğrenerek devletin kurallarına disiplinine ve kanunlarına
uymaya alışıyorlardı. Okul bu bakımdan ülke yönetimine çok büyük bir yardımda
bulunmakta idi.” Modern okul eğitimleri insanı şekillendirip itaata
zorlamaktadır.
Uzun yıllar boyunca Mısır halkının
aylak olduğu atalet sahibi olduğu üzerine hem Mısırlılar hem de Avrupalılar
konuşmuşlar ve yazmışlardı. Sürekli Mısır halkının çözümlemeleri üzerine
kitaplar yazmaktaydı batılılar. Bir halkın eğitiminden bahsederken, o halkın
alışkanlıklarını ve şahsiyetini resmetmiş oluruz. “Mısırlı korkak ama asiydi.
Şevklenmeye müsait ama harekete geçmekte beceriksizdi. Şahsiyetinde
vurdumduymazlık ve atalet vardı bunun sebebi de çalışma ruhunu ve kazanma
ihtiyacını köreltmiş olan gelecek kaygısı ve mülkün akıbetinin belirsizliği
idi.”
“Tahtavi bir yazısında ömrünün geri kalanını
coğrafya ve tarih üzerine yazılmış tüm Fransızca eserleri Arapça’ya çevirerek
geçirmek istediğini söylüyordu. Ancak hükümetteki görevleri bunu engelledi.
1850’deki rejim değişikliğinden sonra bir okul kurması için Sudan’a
gönderildiğinde (kendisi bunu bir sürgün saymaktaydı.) bu tasarısını
gerçekleştirmeye koyabildi. Ve işe Fenelon’un Telemak’ın çevirmekle başladı.”
Tahtavi Avrupalı kaynaklar kullanarak aylaklık özelliğinin kökenini kadim
Mısır’a kadar götürmüştür. Mısır Mehmet Ali Paşa ile beraber giriştikleri
baskıcı eğitim salt ve kuru eğitimin sadece kendilerinin mahvına sebep olduğunu
belki de en iyi 1898’de İngiliz işgaline muhalif milliyetçilerin lideri Mustafa
Kamil’le anlamış ve onunla bazı şeyleri harekete geçirmiştir.
Aylaklık ve umursamazlık adet haline
gelmiş bir ülke gözüyle görülen Mısır bu halinden kurtarılmaya çalışılıyordu.
Eğitimler kitaplar vs… ve temel problemin temel eğitim verilmesi gereken
kişinin anneler olduğuna hüküm getirildi. Mısır uzun yıllar boyunca aşağılık
kompleksini yaşamaya mecbur tutulmuş ve onu sömürmek isteyen ülkeler kendi işlerini
bu şekilde çok daha fazla kolaylaştırmışlardır. Buna bir misalde Demolins’in
yazmış olduğu ve Mısır okullarında da okutulan bir kitaptaki bir pasajda
geçmekte: “Kızılderilinin Şark’lıya göre, Şarklı’nın Batı’lıya göre, Batı’nın
Latin ve Jermen halkların da Anglo saksonlara göre şahsiyet bakımından
geridir.O zamanlar genç bir avukat çıkıyor ve İslama yeniden dönmeliyiz fikrini
müdafaa etmektedir. Mısır ya islami ilkelere dönecekti ya da sosyal bilimin
yasa ve ilkelerinde toplumsal örgütlenme için yepyeni bir temel arayacaktı.
Amin’e göre ise Mısır son yirmi yılda çağdaş Avrupa’dan alıp benimsediği
fikirlerle aslında çoktan ikinci yolu seçmiş gibiydi.
Mısır’ın Britanya tarafından
işgalinde İskenderiye bombardımanında denizdeki bir gemiden şehre bombalar
yağdırılmaktaydı. İki gün içinde İskenderiye’nin büyük kısmı harabeye dönmüştü.
Bu harabeye dönüşte yerli halkında payı vardır. onlar İngiliz bombardımanın
tepki olarak Avrupalılara ait bütün mülkleri ateşe vermişlerdir.
1895’te telgrafın icadı hem kolonyal
düzenin nüfuzunun kesintisiz devam etmesinde büyük ölçüde etkili olmuştur. 1881 Ekim’inde milliyetçi lider Ahmet
Urabi’nin bir nevi darbe hareketinden sonra Kahire’de Hüseyin el-Marsafi
tarafından “Sekiz Kelime Üzerine Risale” ismiyle bir kitap yayınlanmıştır. Bu
sekiz kelime: ümmet,vatan, hükümet, adl, zulum, siyaset, hürriyet ve terbiye.
Altıncı ve son bölüm Fas misali ile
başlamaktadır. Fas’ın şu anki başkenti olan Rabat, tamamıyle sömürgeci düzenin
kurduğu kendine göre tasarlayıp mimarisini çizdiği bir şehirdir. Paris’teki
sergide Osmanlı bölümünün inşaası Sadatlı Kamil Bey’e verilmişti.
Muhammed Ferid Vecdi “Avrupa’nın tüm
Doğu’yu Avrupa’nın enva-i çeşit ticari ürününün teşhir edildiği bir sergiye
dönüştürüldüğünden yakınmaktaydı.” Evet sömürdükleri ülkeye aynı zamanda kendi
mallarını götürüp fahiş fiyatlarla sömürülerine satmakta onları bu malzemeleri
almak zorunda bırakmakta idiler.
Sömürgecilik şehrin hiçbir kısmını
göz ardı etmeden ikiye bölmekte idi. Eski şehir viran edilen şehir bir sergi
olarak kullanılıp daima modern ile kıyas edilmek için hazırlanıyordu. Evleri
yolları hatta orada oturan insanlar bile sabit bırakılıyor ve insanlara kıyas yapmaları
teşvik ediliyordu. Kahire bunun misallerinden biridir. Eski Kahire ve yeni
Kahire diye şehir ikiye ayrılmıştır. Kitabımız İşin Felsefesi bölümü ile
çeşitli müelliflerin görüşlerine yazılarına iktibaslar yaparak, Avrupalıların
Mısır’a medeniyet götürdüklerini düşündüklerini anlatmaktadır. Okulun disiplin
etmede ne büyük etkileri olduğu ve insanların zihinlerini dönüştürmekte en iyi
yöntem olduğundan bahsedilmekte, “okuldaki disiplin ve eşgüdüm, bedeni mutlak
itaate alıştıracak.” Denilmektedir.
ÖMER FARUK DELİKTAŞ / NİSAN 2015 /
ÜSKÜDAR