20 Eylül 2021 Pazartesi

FETHİYE BÖLGESİ ÜZERİNE GEZİ DENEMESİ

Bir bölge nasıl gezilir? Sorusunun pek çok cevabı verilebilir. İnsanlar çıktıkları seyahatlerde bu sorunun cevabını o ana kadar tecrübe ettiği yelpazedeki genişliğe göre ortaya kıymetli bir cevap koyabilir. Gezmek ciddi bir iştir diye düşünenlerden biri olarak sanırım her zaman ciddiye almanın da bir lüzumu yok.

Ege ile Akdeniz’in kesişim noktası diyebileceğimiz noktada ise tarihte önemli izler bırakmış olan Likya Medeniyeti’ni görmekteyiz. Likyalılar’ın varlıklarına tarihteki ilk yazılı anlaşma olarak kabul edilen Kadeş Antlaşması’nda denk gelmek dahi kurdukları uygarlığın öyle basit bir şehirler yönetiminden ibaret olmadığını göstermektedir.

Fethiye bölgesinin hemen bir çırpıda gezilebilecek bir yer olduğunu düşünüyorsanız 4 tam gün süren bu gezimizde halen görüp gezemediğimiz yerlerin çokluğu karşısında bu kanaatinizi hemen değiştirip sizlere teklif edeceğimiz rotayı isabetli bir şekilde gezebilirsiniz. Elbette eklemeler çıkartmalar söz konusu olabilir sizler için.

İstanbul’dan çıktık yola. Yolumuz uzun İzmir, Aydın, Muğla şehir merkezlerini es geçmek zorundasınız. Ancak küçüklüğümüzden beri bütün bulmacalarda çıkan bir soru vardır hani: Muğla’nın bir ilçesi ? Cevabın Ula olduğunu hep bilirdik ama Ula’yı hiç görememiştik. E ayıp değil mi buraya kadar gelmişken bir şehir merkezini görmek diyerek tekerleklerimize verdiğimiz emirler Ula’ya yöneldik. Yöneldik yönelmesine ama Ula’ya çıkan bütün yolların inşaat halinde kazılı olması bizi bezdirip Ula’yı görmekten soğutunca mecbur geri döndük. Hem de 1,5 yıldır böyle imiş. Siyaseten büyük şehir ile ilçenin bir hesaplaşması diyeyim siz anlayın.

Akyaka’yı görmek için harekete geçtiğimizde Sakartepe Geçidi şeklinde Google haritalarda da işaretlenmiş olan alanda bir durup Gökova Körfezi’nin manzarasını seyrediyoruz. Akyaka’ya indiğinizde ise ya ben büyük bir site planlı mahallenin içerisindeyim yada burası Türkiye’de olmamalı diyeceğiniz inanılmaz güzellikte bir mahallede bulacaksınız kendinizi. Buradaki evler 1980’li yıllarda alaylı mimar Nail Çakırhan’ın beldede inşa ettiği eski usuldeki evini, diğer mahallelinin daha güzelini inşa etme çabasıyla oluşmuş diyebiliriz. Ve ortaya muhteşem bir örnek belde çıkmış. Hepsi 2 katlı taş ve betonun orantılı kullanıldığı ve ahşap işçiliğinin eskiyi aratmayacak düzeyde sahnelendiği bir film platosu sanki burası. Ve burayı cennetten bir köşe haline getiren en önemli unsur ise Azmak Nehri. Azmak ismi yerin altında suyun kabarıp çağlamasından dolayı verilmiş ve bu tarz yerlerde eskiler bu kelimeyi çokça kullanmıştır. Gittiğinizde ilk olarak neredeyse 2.500 yıllık kayaların oyularak yapıldığı mezarları ve bu bölgeye has su sarnıcını görüyoruz.


 Her ikisi de Akyaka nehrine paralel bir şekilde uzanıyor. Su sarnıcının kapısındaki kitabesini de okuyarak bir videosunu çekip youtube kanalıma yükledim bakabilirsiniz. (https://www.youtube.com/watch?v=pGlTLgtMydc )


Nehirde Kadın Azmağı denilen noktada veya uygun gördüğünüz herhangi bir noktasında şöyle bir diz kapağınıza zar zor gelen soğuk suya girdikten sonra doğruca tekne turu yapmaya geçmeliyiz. Kooperatif tarafından işletilen turlarda kişi başı 20 tl vererek ortalama yarım saat sürecek olan tekne turu hayretinize hayret katacak. Nehirde mavinin binbir tonunu göreceğiniz akvaryum noktasında ise gözlerinizi suyun zemininden ayıramayacaksınız. Sazlıklar içerisinde oluşturulan yollarda gidiş geliş yönleri dahi yapılmış. Nehir kenarında kahvaltı yapmayı da gönül isterdi ancak alkolsüz bir mekan bulamadık.


Haritada Aşıklar Yolu olarak göreceğiniz birkaç kilometre boyunca hıyaban, yani iki tarafı ağaçlıklı yolda yürümek veya arabanızla geçmek imkanını kaçırmayın. 


Güzel fotoğrafların akabinde Köyceğiz’e doğru yola koyulduk. Köyceğiz yolu üzerinde biz gitmedik ancak Toparlar Şelalesi var. Uğranılabilir. Köyceğiz şirin bir yerleşim ancak sadece gölünü görüp ayrılıyoruz. Sanırım burada yapılacak, gezilecek görülecek çok bir yer yok. Yuvarlakçay’ı size nasıl anlatsam bilemiyorum. Ama evvela şunu not etmelisiniz ki bu çay üzerine kurulu onlarca tesis var. Fakat çayın kaynağına en yakın tesisin ismi “Defne”. Biraz yolu zahmetli ancak bu zahmete kesinlikle değer. İşletme sahibi çok samimi biriydi. Uzunca sohbet ettik. Yakın zamanda asfalt yol yapılacak deyince o zaman burası kalabalıklaşır dedim. O da bundan yakındı. “Evet insanlar buranın sessiz sakin bir yer olmasını seviyorlar” diyerek. Umarım sizler de gittiğinizde iki gözümüzün gördüğü güzelliklerin kat kat fazlasını müşahede edersiniz.


Aslında Köyceğiz Gölü’nü Akdeniz ile birleştiren Dalyan’a inilebilirdi ancak biz 3 gece kalacağımız otelimizi Fethiye merkezinde tuttuğumuz için vakit de geç olmaya başladığı için Dalyan bölgesini başka bir güne bırakalım dedik. Ama gezecek görecek o kadar çok yer var ki 4 gün olarak planladığımız tatilimizde hakettiği alakayı gösteremeyeceğiz diyerek Dalyan’ı, İztuzu Plajı’nı, burada tekne turunu, Kaunos Antik Kenti ve kaya mezarlarını bir sonraki gelişimize tehir ettik.

Sarıgerme Sarçed Plajı’na geliyoruz.

Arabanızı dışarıya durdurup 5 tl karşılığında içeri girebilirsiniz. Biz bu seyahati okulların açıldığı ilk hafta yaptığımız için gittiğimiz mekanlarda / plajlarda anormal bir sakinlik vardı. İkindi saatleri sonrası olmasına rağmen burada da toplamda 20-30 kişi vardı desek yanlış olmaz.

Sarıgerme ne demek belki ilk olarak bu sorgulanabilir. Plajın yakınında Dalaman Çayı dökülmektedir. “Dalaman Çayı aynı zamanda antik Karia ve Likya bölgelerinin sınırlarını ayıran çaydır. Böylesi hızlı ve coşkulu akan Dalaman Çayı’nın üzerinde eskiden tomruklar taşınırmış ve bu tomruklar denize kaçmasın diye de çayın deniz ile olan bağlantısı kapatılırmış. Çayın ağzının kapatılma işlemine ise “Germe” denirmiş. Dalaman Çayı’nın kollarından biri Sarısu Deresi’dir. “Sarısu” ile “Germe” birleştirilip “Sarıgerme” ismi türetilmiş.”( https://www.rehbername.com/seyahat/sarigerme-ve-sarced-plaji)

Metrelerce denizin içine yürümenize rağmen kumlar ayaklarımızı terketmedi. Çok sığ bir denizinin olması buranın özelliği zaten. Eğer ayaklarınıza taş batmadan denizin içlerine kadar altın kumlar üzerinde yürümek istiyorsanız gelebileceğiniz en iyi plaj Sarıgerme’dedir. Plaj üzerinde bolca Deniz zambaklarını görmek bizi mutlu etti. Biliyorsunuzdur ki deniz zambağını koparmanın zarar vermenin cezası 80 bin lira. Yüzerken karşınızda bir ada göreceksiniz. Bu adanın ismi Baba Ada. Genelde dalış yapmak isteyenlerin uğrak mekanlarından bir tanesi.

Sarıgerme’nin muazzam denizinin tadına baktıktan sonra Göcek’e uğrayıp otelimize dönecektik ancak arabamızın kumandası arabayı açmadı. Sağolsun yoldan geçen iki kişi yardımcı oldular arabayla gidip pil alıp tekrar bizi getirdiler ama yine çalışmadı. Mecbur Dalaman’dan çilingirle irtibat sağladık. Ve arabayı kendilerine has yöntemleri ile açtılar. Sağolsunlar biz çaresiz olunca iyi de bir para istediler. Allah’tan içeride yedek anahtar varmış da 1 saatlik gecikmeyle de olsa yola koyulduk. Doğruca otele. Bugün çok yorulduk.

Not: Fethiye yolu üzerinde Daidala Kaya Mezarı görülebilir.

 

2.Gün – Xantos Antik Kenti, Letoon Antik Kenti, Patara Antik Kenti, Saklıkent Kanyonu, Gizlikent Şelalesi

Dünki yorgunluktan dolayı güne biraz geç başladık. Bir de akşam yemeğine Fethiye eşrafından bir ailenin misafiri olacağımız için rahat gezmek adına Saklıkent Kanyonu ve Gizlikent Şelalesi’ni ertesi güne bıraktık. Ancak bu yazıyı okuyanlar sabah 9 gibi yola koyulurlarsa rahatlıkla hepsini yetiştirebilirler.

 İlk durağımız Xantos antik şehri. Bu şehir aslında hür yaşamak arzusundan vazgeçmeyenlerin, bu uğurda canlarını feda edenlerin şehri.

“Bağımsızlık uğruna ölümü seçmiş olmaları, onların günümüze kadar ulaşan destansı kahramanlıklarını yeterince anlatıyor zaten. Yüz binlerce askerden oluşan Pers ordusuna karşı, 5-6 bin kişilik küçük ordularıyla sonuna kadar direnen Xanthoslular, bitmez tükenmez dirençlerine rağmen yenik düşerler. Şehir düşse de, esir olarak yaşayamayacaklarından, kadınlarını, çocuklarını ve hazinelerini kaleye kapatarak yakarlar. Kendileri de, kralın, bir zamanlar deniz olan ama Eşen Çayı’nın getirdiği alüvyonlarla bugün bir “sera” ovasına dönüşen kentin en yüksek noktasında içkisini yudumladığı terastan aşağı, Eşen Çayı’na atlayarak intihar ederler… Azra Erhat’ın tercüme ettiği bir Xanthos tabletinde şu şiir yazmaktadır:

 “Evlerimizi mezar yaptık,

Ve mezarlarımızı kendimize ev…

Evlerimiz ateşe verildi,

Ve mezarlarımız yağmalandı…

Yüksek tepelere sığındık,

Yerine dibine saklandık,

Su içinde gizlendik,

Geldiler ve bizi buldular…

Bizi yaktılar ve yok ettiler,

Bizi yağmaladılar…

Ve biz,

Analarımızın uğruna,

Kadınlarımızın uğruna…

Ve biz,

Onurumuz uğruna,

Ve özgürlüğümüzün…

Biz, bu toprakların insanları,

Topluca intiharı aradık

Arkamızda bir ateş bıraktık,

Hiç sönmeyecek…"”

(https://www.mavillam.com/blog/likya-medeniyeti)

Antik kentin içerisinde bulunduğu Kınık beldesi internetten yaptığım araştırmalarda hep beyaz olarak gözüküyordu. Bir anlam veremiyordum. Neden böyle olduğunu ancak burayı görünce anladım. Kınık neredeyse seralar memleketi. Seralarla kaplı olan bu beldenin uzaydan görünümü de kocaman bir sera şeklinde J

Xantos, Letoon ve Patara birbirlerine yakın antik kentler. Üçü de Likya şehirleri ve gerçekten çok önemli olduğu için atlamadan ziyaret edelim istedik. Bu şehirlere girişte müzekartınızı kullanabilirsiniz. Kişi başı 60 lira. Eğer öğrenci belgeniz varsa 30 lira.

Yan yana 3 farklı tapınak vardır. Letoon Antik Çağ’da Likya’nın dini merkezi konumundadır.

 Artemis ve Apollo’nun annesi Leto’ya adanmış olan en büyük tapınak, Apollo Tapınağı ve Artemis Tapınağı. Bu tapınakların kenarında İmparator Hadrian’a adanmış kutsal bir su kaynağı ve su kaynağının oluşturduğu havuzdan yansımalarla güzel kareler çekebilirsiniz.

 Bir de Roma zamanında yapılmış bazilikal planda bir kilise var onu da incelemeyi ihmal etmeyin. Biraz mesafe de olsa eğer dalgalı suda yüzerim diyorsanız Letoon Plajı az ilerideki Patara Plajı’na göre bomboş oluyor. Biz gittiğimizde Letoon’da sadece biz varken Patara çok kalabalıktı.

2020 senesi malumunuzdur ki Patara Yılı ilan edildi. Burası epey canlandırılmış diyebilirim. Ziyaretçisi en bol mekanlardan birisiydi.

Patara, Likya’nın başkentidir. Tarih boyunca da önemini hep muhafaza etmiştir diyebiliriz.

“Patara aynı zamanda Anadolu'dan Roma'ya nakledilen tahılların depolandığı ve saklandığı bir limandır. Bizans Dönemi'nde de önemini devam ettiren kent Hristiyanlar için önemli bir merkez olmuştur. "Noel Baba" diye anılan Saint Nicholaos, Pataralı'dır. Ayrıca St. Paul Roma'ya gitmek için Patara'dan gemiye binmiştir. İmparator Konstantin'in başkanlık ettiği İ.S. 325'teki İznik Konsülü'nde Lykia'nın tek imza yetkilisi Piskopos Eudemos'un Patara Piskoposu oluşu kentin bu devirde de gözde oluşunun kanıtıdır.” (https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/antalya/gezilecekyer/patara)

İçeride en etkileyici eserler tiyatro binası, meclis ve Roma İmparatoru Hadrian tarafından yaptırılmış anıtsal kapısıdır.

Antik kentlerin sıcağından bunaldığınız anda rotanızı doğruca Saklıkent Kanyonu’na çevirirseniz ferahlayacaksınız. Biz de bu şekilde oraya doğru yola koyulduk. Fethiye bölgesini geziyorsanız kıvrıla kıvrıla mekanlara ulaşmaya alışmanız gerek J

Saklıkent Kanyonu’na varmadan evvel Gizlikent Şelalesi var. Özel bir işletmeye ait. Girişte 15 lira veriyorsunuz içeride eğer yemek yerseniz o 15 lirayı geri iade ediyorlar. Hem de beğenmeye yemeklerin ücretlerini de iade ettiklerini iddia ediyorlar pankartlarla ama denemek için yeterli vaktimiz yoktu. Bulanık bir suda 15 dk kadar yürüdükten sonra şelaleye ulaşıyorsunuz. Gittiğimize pişman değiliz ama geniş bir vakte sahip değilseniz gitmeyedebilirsiniz.

Saklıkent Kanyonu’na girişte otopark ücreti 15 lira. Fakat az ileride yemek mekanlarının otoparkları ücretsiz oraya parkedip yürüyerek de gelebilirsiniz. Giriş ücreti kişi başı 10 tl. buz gibi suda yürümenin zorluğu mevsimine göre değişir. Ama fotoğraf çektirmek için güzel köşelerin arayışında olun. Mesela biz iki farklı yer bulduk sonrasında bizi gören herkes orada fotoğraf çekinmek için sıraya girdi J Farklı olmak iyidir ;)

Cihan’ın Yeri’ne gidebilirsiniz. Alkolsüz güzel bir mekan. Sedirde oturup havuzun kenarında bir şeyler yiyip içebiliyorsunuz. Yanınıza gelen kazları da besleyebilirsiniz. Yada salıncakta sallanabilirsiniz. Fiyatlar makul.

 

3. Gün Meşhur Fethiye Bazlaması, Ölüdeniz Kumburnu’nda Yüzmek, Kayaköy, Babadağ Teleferik

Sabah kahvaltıda Fethiye bazlaması şeklinde meşhur olan ve bulabildiğim kadarıyla en meşhur mekanın da Efe Fırın Bazlama Dükkanı olan mekandan Atom Bazlamamızı yedikten sonra Ölüdeniz Kumburnu veya denizden sonra bazlama yiyebilirsiniz tercihler değişebilir. Ölüdeniz’de arabanızı 25 lira karşılığında otoparka koymanın haricinde bir masrafın çıkmaması sizin elinizde. Aslında bu tür tatiller çoğu zaman para ile özdeşleştirilir ama istenildiğinde çok ucuza mal edilebilen bir tatil yapılabileceğinin örneğini şahsen biz yaşamış olduk J

Ölüdeniz gerçekten anlatıldığından çok daha güzelmiş… yüzerken yukarınızda paraşütle atlayanların düşerkenki çığlıklarını arada işitiyorsunuz. Bir de söylemeden geçemeyeceğim sağolsun bir balık ayağımdan öpüp (ısırıp) beni biraz huylandırdı J

Denizde birkaç saat vakit geçirdikten sonra isterseniz teleferiğe binebilirsiniz lakin biz bilerek teleferiği gün batımına denk getirdik.

Terkedilmiş, hayalet köy Kayaköy’e geldik. Burada da resmi bir giriş var ama sonradan çıkarken farkettik ki anayolda bulunan üzerinde rumca kitabe olan çeşmenin yanından da gayriresmi bir şekilde pekala girilebilirmiş. Orasını da kapatarak tedbir alırlar umarım. Kayaköy’e girişte de Müzekart’ınızı gösterebiliyorsunuz.


Kayaköy’de evler arasında birçok şapel ve büyük kiliseler göreceksiniz. Gerçekten etkileyici bir atmosferi olan bu köyün hikayesini uzunca araştırıp okumanızı tavsiye ederim. Zira kısa yoldan “Aa Rum köyüymüş, Rumlar gidince boş kalmış” yorumu yapmak ve önceki yüzyıllarına bakmamak ayıp olur.

Veee Babadağ Teleferik. Kişi başı 80 tl. Eğer öğrenci iseniz 60 tl. resmen 90 derecelik açı ile zirveye doğru inanılmaz bir yolculuk. Yaklaşık 2 kilometre yükseğe tırmanıyorsunuz. Ve biz ilk olarak etrafta sis oluşmuş zannediyorken daha yükseklere çktıkça onun sis değil bulutlar olduğunu anladığımız an çok şaşırdık. Babadağ’ın zirvesinde ise adeta soğuktan titriyorduk. Aşağıda insanlar denize giriyor yukarıda görevliler kabanlarla duruyor. Ve bulutların üzerinden güneşi seyrettik. İnişi çıkışından korkutucu idi. Ama eğer paraşütle atlayamam diyorsanız bu heyecan bile fena sayılmaz. Ya da paraşütle atlamadan önce teleferiğe binip sonra karar vermek en doğrusu.

Akşamında ise Fethiye sahil boyunda yürüyüş yapabilirsiniz. Paspatur Çarşısı’nda hem gündüz dolaştık bir de gecesini görelim deyip akşamleyin de buraya geldik. Orijinal malzemelerin satıldığı şirin bir çarşısı var diyebilirim. Burada sabahtan akşama kadar süren koyları gezen tekne turları yapan firmalar göreceksiniz. Maalesef bu turların tamamı alkollü olduğu için katılmadık.

4.Gün Fethiye Arkeoloji Müzesi, İstanbul’a Dönüş, Köylü Pazarı kurulmuşsa uğra

Artık son günün sabahına uyandık. Biz yetiştiremedik ancak siz Arkeoloji Müzesi’ni gezebilirsiniz. Bizim son günümüz Cuma gününe denk geldiği için burada kurulan köylü pazarına uğradık. Pazara girdiğinizde dört bir yandan kokular sizi sarıyor. Bir tarafta reyhanlar, naneler, türlü türlü otlar, bir taraftan peynir kokuları vs. bu pazardan kaktüs meyvesi veya Fethiyelilerin deyimiyle Mısır İnciri almayı unutmayın.

 Çünkü bu meyveyi İstanbul’da kolay kolay bulamazsınız. Yol boyunca da sık sık bu kaktüsleri göreceksiniz zaten. İncir, üzüm, şeftali, elma, kavun, ne ararsanız en doğalı ve kokulusunu bu pazarda bulabilirsiniz.

Ee önünüzde 1000 km bir İstanbul yolu var. Artık yola koyulmak vakti…

Şüphesiz görülecek, gezilecek daha nice noktalar var hepsini buraya yazmadığımın farkındasınızdır. Sadece gezebildiklerimizi, sığdırabildiklerimizi yazdım. Fakat şundan emin olabilirsiniz ki Fethiye-Dalyan-Marmaris-Datça bölgesini tam manasıyla gezmek istiyorsanız net 7 gününüzü ayırmalısınız.



31 Aralık 2017 Pazar

ŞİŞLİ CAMİİ

ŞİŞLİ CAMİİ'NE



GİDİN

Güzel İstanbulumuzun hat müzelerinden birisi de Şişli’dedir. Dört bir yanı yollarla ve dolayısıyla trafikle çevrili olan bu mabed belki de o işler eskidendi denildiği günlerde ortaya konulan güzel işlerden biriydi. Evet Şişli Camii’nden bahsediyorum. Etrafından geçen binlerce insanın durup da bakmadığı muhteşem kitabelere, hat levhalarına sahip olan camii. 20. Yüzyılın en büyük hattatları burada eserler bırakmıştır. Kim mi bunlar? Başta Hattat Hamid Aytaç olmak üzere Halim Özyacı ve Macid Ayral’dır. Şişli Camii ikinci dünya savaşı bitiminde halkın tek bir camiisi bile olmayan Şişli semtine bir camii yapımı talep etmesi ve harekete geçmeleriyle 1945’den sonra inşaatına başlanıyor. Halkın gayretleriyle 1949 senesine gelindiğinde açılışı yapılan bu hoş mabed cumhuriyet devrinde İstanbul’da yapılan ilk büyük camii olması hasebiyle de halkın büyük coşkusuna medar oluyor. Eserin mimarı, o dönemde vakıflar baş mimarlığını da yapan Vasfi Egeli Bey’dir.
            Bu camiin yapımında Şehid Sultan Abdülaziz’in boğaza bir mühür vurmak için en özel kesme küfeki taşlarının Maslak’ta toplanıp dört minareli bir camiin yapımı için temellerinin atıldığı sırada katliyle yarım kalan inşaatın taşları kullanılmıştır. Belki de Osmanlı ruhunu hissettirmesi bundandır.
            Şişli Camii’nin caddeye açılan 3 kapısı olmakla bunların ikisi kullanılmaktadır ve her ikisinin de üstünde Hattat Hamid Aytaç’ın enfes hattı vardır. camiin bahçesine Hattat Hamid’in imzalarıyla girdikten sonra dikkatimizi su haznesi olarak kullanılan küp çekecektir. Bunda da istifli hattıyla Hamid’i görüyoruz. Ortadaki şadırvanda mimari ile gayet uyumlu. Camiin harime giren ana kapısının üstüne baktığımızda hayatımızda görüp görebileceğimiz belki en muhteşem müsenna hattı görüyoruz. Bu hattan gözlerinizi ayırmak kolay olmayacaktır. Hamid’in yeryüzünde bıraktığı en büyük mührü diyebileceğimiz bu muhteşem eser için merhum bir hatırasında şunları anlatıyor:
            “Şişli’de yapılan yeni caminin yazılarından bir bölümünü bana verdiler. Hepsini tamamladım. Ana kapısının üzerine sıra gelmişti. Oraya Sure-i Tevbe’nin on sekizinci ayetinin bir kısmını yazmak istiyordum. Müsveddeler, karalamalar yaparak günlerce uğraştım ama ayet-i kerimedeki lam-elifleri istifte yerlerine istediğim şekilde, dengeli ve ahenkli olarak bir türlü oturtamadım. Bütün arayışlarıma, denemelerime rağmen istediğim gibi olmuyor, olmuyordu. Bir seferinde de yine gün boyunca uğraştım, ama yine muvaffak olamadım. Akşamın alaca karanlığı odamı hayli loşlaştırmıştı. Masamdaki lambayı dinlendirdim. Arkama şöyle yaslanıp gözlerimi yumdum, gönül alemime daldım. Kalbimden şu tazarru ve niyazda bulunduğumu hatırlıyorum. Ya Rabbi! Ben acizim, imdadıma yetiş. Arzuma nail kıl, lütfunu ihsanını benden esirgeme Allahım…” Gözüm kapalı ya, o anda yarım durumdaki istifim gönlümde zihnimde canlandı; o sırada harfler kendi aralarında hızla yer değiştirmeye başladılar ve yeni bir istif oluşturdular. Orada lam elifler de gayet güzel şekilde, arzu ettiğim biçimde yerlerini aldılar. Tam istediğim gibi olmuştu. Son derece heyecanlandım. Unuturum, kaybolur endişesiyle gözlerimi açmadan, masamın üzerindeki kurşun kalemi alıp, hayalimdeki o istifi kağıda çiziverdim. Sonra gözümü açtım lambayı uyandırdım, baktım günlerden beri çabalayıp da istediğim ama bir türlü gerçekleştiremediğim istif şekli orada. Bu Mevlanın bir lütuf ve ihsanı idi. ona bakarak kalıbını hazırladım. Nasıl oldu bilmiyorum; şimdi onun gibi bir yazıyı yazabileceğimi zannetmiyorum.”
Camii hariminde üst mahfiller üç tarafı da çevrelemektedir. Mahfillerin göz alıcı güzellikte ki alt kısmı ise devrin Osmanlı bakiyesi kalem işi ustalarının elinden çıkmıştır. Cami iç kısmının tam ortasında yine ince işçiliği ile dikkat çeken mermer bir havuz yer almaktadır. Camide gözleriniz bir sağa bir sola bakarak güzelliği temaşa ederken aman kubbeyi unutmayın. Kubbedeki nefis hat Halim Özyazıcı’nın kaleminden çıkmadır. Minberin kapısı üzerindeki kelime-i tevhid Hattat Macid Ayral’a aittir. Mihrap üzerindeki ve müezzin mahfilindeki taşa mahkuk kitabeler de Hamid Bey’in eseridir. Hatların en nefislerine bakarken güneşin ışıklarıyla camii cıvıl cıvıl bir ahenge sürüklemesiyle gözleriniz zaten vitraylara takılacaktır. Özellikle ikinci katına çıkarak hem hatları başka açılardan hem de vitraylara daha yakından bakmanızı tavsiye ederim. Camiye manevi atmosfer katan bir diğer unsur ise Kabe’nin kapı örtüsünün bulunmasıdır. Kısacası Şişli Camii’ni ziyaret etmek için çok sebebiniz var, bir gün bu sebeblerin büyüklüğü sizi harekete geçirmeli ve hatların en nefisini, Kabe örtüsünü, bu güzel mimariyi seyr için gitmelisiniz.


                                                                                  Ömer Faruk Deliktaş

ÜSKÜDAR MİHRİMAH SULTAN CAMİİ 360 TV


ÜSKÜDAR SELİMİYE CAMİİ 360 TV


ÜSKÜDAR YENİ VALİDE CAMİİ GÜLNUŞ EMETULLAH SULTAN 360 TV


ATİK VALİDE CAMİİ 360 TV


İSFALT Hapsindeki Sebil ve Hazire


İSFALT Hapsindeki Sebil ve Hazire


Hakiki gezebilenlerin vasıflarından biri de isabetli yerlere, dikkatli nazar atmalarıdır kanaatimce. Bu nazar bir duvara dahi olsa…
Hayatım boyunca kendimce çerçevesini çizdiğim bu usül üzere gezmelerimi sürdürdüm. Ve her defasında beni heyecanlandıran şeylerle karşılaştım. En son gezilerimden birini Üsküdar’da Karacaahmed Mezarlığı’nı ikiye bölen Eyüp Sabri Aksoy Caddesi üzerinde yaptım. Eğer tarihi bölgelerde yürüyorsam gördüğüm her taş parçasına, her duvara bakmak âdetimdir. Cadde üzerinde Üsküdar istikametine doğru kaldırımda yürürken solumda kalan duvar üzerinde, ağaç arkasında bir kitabe gözüme çarptı. O heyecanla toprak yamacı tırmandım. Ve yanına vardığımda kitabede şunları okudum: “Hâcegân-ı Divan-ı Hümayundan hassa-i kudat başısı es-seyyid Hasan Efendi sene 1231"
Hâcegân-ı Divan-ı Hümayun, Sultan 2. Mahmud zamanında ihdas edilmiş olan bir memuriyettir. Yazı işlerinin başında bulunan kişiler için bu tabir kullanılmıştır.
1815 senesine tekabül eden bu tarih Seyyid Hasan Efendi’nin vefat tarihini ve dolayısıyla bu yüksek ve tellerle örülmüş duvarın arkasında bir mezarlığın olduğunu göstermektedir. Hemen yan tarafındaki zorlu yerden atlayarak petrol istasyonunun içerisine girdim. Bu duvarların ardında ne var diye yöneldiğimde ise açılımı İstanbul Asfalt Fabrikaları Sanayi ve Ticaret A.Ş olan İSFALT ile karşılaştım. Biraz daha ilerleyince görünümü türbe mimarisine benzeyen ancak eski fotoğraflarından hatırlayarak ne olduğunu çıkarttığım Hacı Hüseyin Hayri Paşa Sebili’ni gördüm.
Sebil hac yolcularına da hizmet ediyordu
Tıbbiye Caddesi Atölyeler Sokak’ta bulunan İSFALT’ın genel merkezindeki güvenlik görevlisine, içeri girip incelemede bulunabilir miyim diye sorduğumda içeri girmenin de fotoğraf çekilmesinin de yasak olduğunu söyledi. İSFALT resmen Karacaahmed’in eski fotoğraflarında adeta sembolü haline gelen Hacı Hüseyin Hayri Paşa Sebili’ni ve etrafındaki mezarlığı hapsetmiş. Bunun üzerine hemen yanındaki benzin istasyonundan bir abinin yardımıyla çekebildiğim açılardan fotoğrafları çektim.
İçeride “Yüzyıllar Boyunca Üsküdar” kitabı müellifine göre 28 mezar taşı var. Hüseyin Paşa, 1860 senesinde vefat eden oğlu Mir Emin Bey’in aziz ruhu için bu sebili 1865’te inşa ettirmiş. 1881 senesinde paşamız da vefat edince çok sevdiği oğlunun ve aynı zamanda yaptırmış olduğu hayrat sebilin yanına vasiyeti gereğince defnedilmiştir.
Paşanın aynı zamanda Ayrılıkçeşmesi’ne çok yakın bir noktada yaptırmış olduğu namazgahı da varmış ancak günümüze ulaşamamış.
Sebil, Miskinler Tekkesi karşısında ve eski Bağdat yolu üzerinde yani İstanbul’dan kutsal topraklara giden hacı adaylarının güzergâhında yapılmıştı. Ancak şu an hem sebil ve haziresi hapis altında hem de sebil depo olarak hor bir şekilde kullanılmaktadır.

Ömer Faruk Deliktaş